Yazılar

John Locke

Locke’a göre, yaşadığımız ve yaşayabileceğimiz her şey zihin olayıdır ve zihindedir. Tüm zihin olaylarına “ide” diyor: 
Başlangıçta “zihin” sözünün Locke’ta neyi gösterdiğinde anlaşalım: 

Gördüğüm, işittiğim, varlığının farkında olduğum ve ileride varlığının farkında olacağım her şey, bilgilerim, düşünmem vb. zihin olayıdır: zihindedir... 

Önümdeki bilgisayar, tuşlarına bastıkça çıkan ses, yoldan geçen arabalar, onların sesleri, doğduğum evin bahçesindeki zeytin ağacı, yanda duran kitaptaki kanatlı at resmi, bana küçükken teyzemin anlattığı masallardaki Zümrüdüanka kuşu, teyzem, bu yazıyı sürdürme isteğim, ama yazmaya devam edersem uykumu alamayacağım düşüncesi... 
Bunların hepsi zihin olayı... 

Ve bunlara, zihinde oldukları için “ide” diyor Locke: Bilgisayarım da ide, masaldaki Zümrüdüanka kuşu da, düşünmem de, düşüncelerim de... 

Locke’a göre zihinlere kapatılmışız: Onun dışına çıkmak, idelerden başka şeylerle temasa geçmek, zihnimin dışındaki şeyler tanımam olanaksız... 

Başlangıçta zihnimiz boştu: Zihin algıladıklarımızı saklayarak ve çağrışım kanunlarıyla işleyerek tüm yaşantımızı oluşturuyor: 

Hemen herkes bilir; doğduğumuzda zihnimiz boştur Locke’a göre. Ne bir görüntü vardı ne de bir cümle... 
Doğumla birlikte, algıladıkça zihnimizde bir şeyler belirdi... 

Ve ilk duyumlarla birlikte zihin onları işlemeye başladı
Duyumladıklarını sakladı; renkleri, kokuları, sertlikleri... 
Yeni duyumladıkları, sakladıklarıyla hatırlayıp karşılaştırdı
Onlar arasındaki benzerlikleri ve ayrılıkları fark etti: evin kedisi de köpeği de tüylüydü ama biri havlarken öbürü miyavlıyordu. 
Soyutlamalar yaptı: Kırmızı rengi varlıklardan hiç ayrı görmediği halde, kırmızı rengi bütün birlikte olduğu şeylerden ayırabildi (gerçekte yapılamayacak bu şeyi yaptı) ve örnek olarak kırmızı rengi çok sevdiğini söyledi... 
Benzer şeyleri bir araya getirdi ve onlara bir ad verdi: Bütün masaları masa adı altında topladı örnek olarak. 
Hiç bir arada olmayan şeyleri bir araya getirdi: Kuşun kanadını aldı ata ekledi ve kanatlı at idesini oluşturdu... 
Duyumları ilişkilendirdi: Gülün kokusunu duyunca gülü hatırladı; kokuyu gülle ilişkilendirdiğim için... Kedi kapıyı tırmalayınca kapıyı açtı, dışarı çıksın diye... 

Kendimizi algılar bulduğumuz gibi, 
Algıladıklarımızı 
Sakladığımızı 
Hatırladığımızı, 
Çağrışımlar yaptığımızı, 
Soyutladığımızı, 
Karşılaştırdığımızı, 
Bir araya getirdiğimizi, 
İlişkilendirdiğimiz de fark ediyoruz. 

Refleksiyon: Zihin olaylarının algısı 
Kısacası İki şeyin doğrudan farkındayız: 
Duyumluyoruz. 
Duyumladıklarımızı işliyoruz. 
Lock bu farkındalığa -zihnin işlemelerini araçsız veren farkındalığa- “Refleksiyon” diyor.


2. Gerçek olan idelerle gerçek olmayanları ayırma: tartışılabilenlerle tartışılamayanları ayırma: Bilgi edinebileceklerimizle edinemeyeceklerimizi ayırma... Zihin işlemlerle yeni ideler üretirken algılanmayan şeyler de yaratmakta: 
Örnek olarak kedileri algıladığım gibi mitolojinin Pegasus’unu kimse algılamadı... Zümrüdüanka kuşunu da... Kanatlı atı, atla kuşun kanadını birleştirerek yarattı zihnim... 

Zihnin algılanmayan varlıklar üretmesi önemli bir sorun yaratıyor: 
Hangi ideler gerçek, hangileri değil? Gerçek olanlarla olmayanlarını ayırmada ölçümüz ne olmalı? 

Locke ilkesini koyuyor: Algılanmayan ideler tartışma konusu yapılamaz... Her şeyi algıladıklarımızla test etmeliyiz... 

Algılanmayan ideler zihnin ürettiği şeylerdir ve zihin özgürce üretebilir. 
Örnek olarak kanatlı atın boynuzu da var mı sorusu ve tartışması saçmadır. Çünkü istersek boynuzlu düşünürüz, istersek boynuzsuz... 
Zihni birleştirme işlemine bağlı bu ve zihnimiz özgür bu konuda... 

Gerçek olmayan ideleri (varlıkları) ayırma her zaman kolay olmuyor: 
Kanatlı at konusunda açık durum. Varlığını ve nasıl olduğunu pek tartışmıyoruz. 
Ama bir çok yerde, zihnin ürettiği bir çok ideyi gerçek, tartışılabilir sanmaktayız: 

a. Töz (substance) zihnin yarattığı, gerçekliği olmayan ide: 
Örnek olarak “töz” (substance) kavramı: 
Varlıkların niteliklerini taşıyan bir temel olduğunu düşünüyoruz... Elimdeki kalemin sertliğini, rengini, ağırlığını ve bütün niteliklerini bir yana bıraksam, geriye onları taşıyan (algılamasam da) bir temel varlığın var olduğunu var sayıyoruz. 

Kalem tahta 
Kırmızı 
Siyah yazan 
Kırılabilir (zorlarsam kırabilirim) 
Sert (her tahta şeyin verdiği sertlik duyumunu veren) 
......... 
......... 

Bütün bu niteliklere sahip olan şey olarak düşünürüz kalemi. 
Kalem diye bir şey var ve o bütün bu nitelikleri taşıyor... 

Filozoflar binlerce yıl, bana bu niteliklerle görünen (ama aslında hiç göremediğimiz) kalemin gerçekte nasıl olduğunu araştırdı... 

Görmediğimize, algılamadığımıza göre (zihnimizde olmadığına göre) aslında nasıl sorusu tartışılamaz bir konuydu Locke göre... 
Töz kavramı kanatlı at gibi zihnin ürettiği bir şeydi ve onu istediğimiz gibi düşünebilirdik... 

Locke’a göre töz konusunda kafa yoran filozof, aslında dünyanın fil üzerinde durduğunu söyleyen ilkelden farksızdır: 

“Dünyanın büyük bir fil üzerinde durduğunu söyleyen kızılderiliye filin nerede durduğu sorulduğunda büyük bir kaplumbağa üzerinde diyor. Kaplumbağanın neyin üzerinde durduğu soruluyor yeniden, bir şeyin olduğunu ama bunu bilmediğini söylüyor.” 

b. Genel kavramlar (essence) gerçekliği olmayan bir başka ide: 
Genel kavramlar da (essence) zihnin ürettiği şeylerdir: Örnek olarak tek tek algıladığımız insanların dışında, o insanların insan olarak var olmalarını sağlayan bir “insanları insan yapan nitelikleri toplamı” yoktur ayrıca, gerçek dünyada... 
Her şeye ayrı ad vermek olanaksız olduğundan, soyutlamalar yoluyla ortak nitelikleri zihinde ayırıp, o nitelikler toplamına bir ad veriyoruz; o kadar... Algılarımız arasında yerleri yoktur onların. 
Örnek olarak; tüm insan dediğimiz varlıkların hepsinde karşılaştığımız nitelikleri karşılaştığımız tek tek insanlardan zihinde soyutluyoruz ve onlara bir ad veriyoruz: insan diyoruz... 
Bütün insanlarda bu nitelikleri görürüz, 
Bu niteliklere sahip olmayanlara insan diyemeyiz. 
İnsanları bu nitelikler insan yapar 
Ama insanları insan yapan bu nitelikler, o tek tek insanlardan önce yoktur... 

Onlar zihnin kullanmak amacıyla yarattığı araçlardır. 

Tüm idealist filozoflar yanılmıştır bu konuda. 
“Var olan her şey ......... ayrı bir birey olarak” vardır. (3.3.1) Genellemeler ve üniversaller “şeylerin gerçek varlıkları içinde yer almazlar. Zihnin kendi kullanımları için yarattığı icatları ve yaratıklarıdır.” 

Yeniden diyelim, çok önemli çünkü; genel kavaramlar, zihnin kendi amaçları için, kullanmak amacıyla yarattığı şeylerdir. 

Sonuç: 
Tüm tartışmalarımızı, araştırmalarımızı algılarımızda temellendirmeliyiz. Yoksa zihnin yarattıklarıyla gerçekten var olanları (algılananları) karıştırmış oluruz; laflar arasında kaybolur gideriz... Bilgi edinmenin olanaksız olduğu alanlarda bitmeyen tartışmalar içinde boğuluruz... 


3. Ama gene de Locke, zihindeki bazı idelerin zihnin dışındaki bazı gerçek şeyler hakkında bilgi verdiğine inanıyor: Locke’a göre zihnin içine kapalıyız: deneylerimiz zihnin dışındaki bir şeyle ilişkiye giremiyor. Bu konularda bilgi edinmek olanaksız... 

Ama, gene de Locke, zihnimizin dışındaki gerçeklik hakkında, (belli ölçüde, zihnin dışına çıkmasak da) bilgiler edinebileceğimize inanıyor. 

Açıklayalım: 

Birincil nitelikler: Bütün varlıkların sahip olduğu ve var olmalarını sağlayan niteliklerdir. Niteliklerin (duyumlarımızın) bir kısmını 
yok varsaydığımızda, 
varlık var olmaya devam ediyor. 

Örnek olarak masanın rengini değiştirsem, gül kokmaz olsa gene var olmaya devam eder. Onları varlık olarak algılamaya devam ederim. 

Buna karşılık bazı nitelikleri 
yok varsaydığımda 
varlıkların var olma niteliklerini de yitiriyor. 

Bu nitelikler yer kaplama, direnme, biçim, sayı... 
Bir şey yer kaplamıyorsa, varlık olarak yoktur artık... Biçimi olmayan varlık da olamaz...


Bir insan yorgun da olsa, uykulu da olsa, giyinik ya da çıplak da olsa gene insandır. Bir bakıma renkler, kokular, tatlar bu tür niteliklere benziyor. Nasıl giyinik insan giysilerini çıkardığında gene insan olarak varsa, kedinin tekir olması da öyle; tekirlik kediliğini etkilemiyor... 

Yok olmaları, varlıkların var olmalarını etkilemeyen niteliklere ikincil nitelikler diyor :
Locke varlıkların var olmaları üzerinde etkili olmayan niteliklere ikincil nitelikler diyor: renkler, kokular bu tür nitelikler... 
Birincil niteliklerin tanımını hatırlatayım: 
Varlıkların var oldukları sürece sahip olacakları niteliklere de birincil nitelikler adını vermiş... 

Birincil nitelikler hep birlikte bulunurlar. 
Varlıkların varlık şartı olan birincil nitelikler hep bir arada karşımıza çıkar: Yer kaplamayan, direnmeyen, sayılamayan form olamaz... Yer kaplama da formsuz olamaz... 
Buna karşılık ikincil nitelikler çoktur ve hep birlikte bulunamazlar... Hatta birbirleriyle çatışırlar da. 
Bir şey tümüyle kırmızıysa başka renkte olması olanaksızdır. 

Ayrıca ikincil nitelikler ancak birincil niteliklerle algılanabilirler: Yalnızca kırmızıyı kimse algılamamıştır... 


Locke’a göre birincil nitelikler zihnin dışında da vardır. 
Zihnimizin dışındaki şeyler için konuşamayacağımızı söyleyen Locke, birincil niteliklerin zihnimiz dışında da var olduğunu ileri sürüyor. Bu niteliklerinden ötürü de onlara “gerçek nitelikler” de diyor. 

Ve ikinci nitelikler, zihnin dışında olanların zihin üzerindeki etkileriymiş. 
“Ateş veya kara ait hacim, sayı, biçim ve hareketi onları algılayan olsun, olmasın, gerçekten onlarda bulunmaktadır. Geçekten bu varlıklarda gerçekten var olduklarından,onlara gerçek nitelikler diyebiliriz. Buna karşılık ışık, beyazlık veya soğukluk; bu manada hastalık veya acının bulunmasından daha gerçek değildir. Bunlardan duyumları alın: göz ışıkları, renkleri görmesin; burun koku duymasın; damak tad almasın; kulak sesleri işitmesin; bütün bu renkler, tadlar, kokular, sesler onlara ait bütün bu özel idealar yok olup, kaybolup gitsin, böylece kendi nedenlerine indirgenilmiş olurlar: hacme, biçime, ve harekete.” 

Locke hacim, biçim, hareket ve sayılara “birincil nitelik” adını vermiyor yalnızca, onlara “gerçek nitelikler” de diyor. Onlar zihnin dışında da var. 

İdeler arasındaki canlılık farkı: Algıladıklarımla hatırladıklarım arasındaki fark: 

Locke’un nitelikler arasında yaptığı bir ayırım daha var; o da çok önemli onun daha sonra söyleyeceklerini anlamak bakımından: 
Şimdi masamın üzerinde duran şu kitabın kapağındaki kırmızılıkla, alt kattaki gardıropta asılı duran gömleğimin kırmızılığı aynı canlılıkta değil. 
Masamın üzerindeki kitabım, duyu organlarımdan zihnime gerçekten” gelmekte, diğer kırmızıysa, onu “zihnimde hafızam sonradan canlandırmakta... Bu nedenle ikincisi silik, birincisi ise canlı. 

Canlılık derecesine bakarak Locke, algılamakta olduğum niteliklerin zihnin dışında da bir takım karşılıkları olduğuna inanıyor. 
“Yalnızca, zihnimizdeki düşünceler mi var; yoksa onlardan dışımızda, bu düşünceleri karşılayan bazı şeylerin varlığını çıkarabilir miyiz? Dışında o varlıklar olmadığı zaman da ve kendisini etkilemediği durumlarda da bu düşüncelerin var olabileceğinden ötürü; böyle bir sorunun gerçek olduğunu düşünebiliriz. Ama bu durumda bile kuşkuyu bıraktıracak bir kanıta sahibiz sanıyorum: Birine, gündüz, gün ışığında baktığı bir şeyi görmesiyle, gece onları düşünmesi arasında kesinlik bakımından fark olup olmadığını sorsam; pelini tattığında, ya da gülü kokladığında ve o tadı veya kokuyu düşündüğündeki farkı? Kendi hafızamız tarafından zihnimizde yeniden canlandırılan düşünce (idea) ile duyu organlarımızdan zihnimize gerçekten geleni arasında, iki farklı düşünce arasında gördüğümüz kadar farkı açıklıkla fark ederiz.”

“Hiç kimse, gerçekten, gördüğü ve hissettiği şeylerin var olmadığını düşünecek ölçüde kuşkucu olamaz. 


“zihnimizi doğal bir şekilde etkileyen şeylerin ürünüdür.” 

Bu arada araştırmalarda uyulması gereken bir kuralı belirtelim: 
Araştırmalarda, denenler, doğrudan duyu verileriyle durmadan test edilmeli. 
Özetlersek: 
Duyumlar var: Algılamaktayım. 
Zihin var: duyumları saklayıp işlediğimin farkındayım. 
Dışımda zihni etkileyen bir gerçeklik var: Birincil nitelikler gerçek. (İkincil nitelikler, bu gerçekliğin üzerimdeki etkileri olmalı.) 


4. Önerme türleri ve onların doğruluk değerleri: 
Artık bilgiler (önermeler) ve onların doğruluk değerlerini konuşmaya geçebiliriz: 

Bir kez şunu belirtelim: 
Locke’a göre önermelerdeki doğruluk, tasarımlar arasındaki uygunluğun algılanmasıdır. 

Bu çok önemli, Locke’u anlamak için hiç unutulmamalı. 

A. Analitik Önermeler: 
Analitik önermeleri ikiye ayırıyor: 
a. Identity propositions: Bu tür önermelerde her idea kendisiyle doğrulanır. “Gül güldür” önermesindeki gibi... 
İdealar arasında tam bir uyum vardır. Bu nedenle kesinlikle doğrudur ama bilgi vermez.
b. Predicative propositions: 
Bu önermelerde bir kompleks ideanın (örnek olarak “gül”ün), niteliklerinden biri (çiçek olması), o ideaya bağlanır ve “Gül çiçektir” önermesi oluşturulur. 
Bu tür önermeler de kesin doğrudur; kavramlar arasındaki ilişki açıktır çünkü: “Gül” kompleks idesinin içinde “çiçek olma” idesi zaten vardı. 
Ama bu tür önermeler de bilgi vermez. 

Kısacası; analitik önermeler kesin doğrudur; kavramlar arasındaki ilişkinin açık olmasından ötürü.
Ama bilgi vermezler. 


B. Sentetik Önermeler (Matematiğin önermeleri): 
Locke’a göre matematik önermeler (teoremler) sentetik önermelerdir ve doğru bilgiler aktarırlar: 
“var olan bir şeyden söz etmektedir ve öğretici olan gerçek bir bilgiyi aktarmaktadır.” 
Matematik önermeleri neden sentetikti Locke’nin gözünde ve neden doğruydu? 

İlkin şunu belirtmeliyim: 
Locke için doğruları görmeyi mantık kurallarından, düşünme yollarından beklemek yanlıştır. 
İdeler arasındaki ilişkileri görmeye bakmalı insan. 
Alışkanlıkla kullanılan düşünme yolları, bir çok durumda ilişkileri görmeye bile engel olabilir: 
“Kıyas, yalnızca belli bir durumda, daha fazlasında değil, kanıtlamadaki ilişkiyi gösterir. Zihin gerçekten var olan bu tür ilgileri (belki de kıyas kullanılmadığı zamanlarda) kolayca görebildiği için o kadar da yararlı değildir.
Zihnimizin çalışmasını izlersek şunu görürüz: düşüncelerimizi kıyasın herhangi bir kuralına indirgemediğimizde ve yalnızca düşünceler arasındaki ilişkiyi gözlemlediğimizde en iyi ve en açık düşünmekteyiz.” 

Hatırlarsınız; bütün varlıklarda bulunan ve onların var olarak algılamamıza neden olan birincil nitelikler gerçekti. 
Doğal olarak birincil niteliklerden form ve sayı da gerçekti; yani zihnin dışında, zihinde oldukları gibi vardı... 

Form ve sayıların tanımları yapılabilir... 

Locke göre (tanımları yapılan) şekil ve sayı ideleri arasında gördüğümüz ilişkiler de gerçektir: bu ilişkiler zihnin dışında da vardır. 

Locke’un Matematikteki önermelerle ilgili dediği: 
“Bu gerçekleri, doğruluğunun kanıtı kendisinde olan apaçık önermeler olarak kabul ediyoruz.” 

Locke’un dediklerini özetlersek: 
Tek bilgi alanımız var: İnsan zihni. 

Ama birincil nitelikler (form, direnme, sayı, hareket) zihnin dışında da var. 
Kanıtı: var dediğimiz her şey, bu ortak niteliklere sahip. 
(Kant bunların tüm insan algısında hep bulunmasına bakarak, onların insan zihninin kattığı şeyler olduğunu söyledi.) 

İnsan zihninin ilkel nitelikler arasında gördüğü ilişkiler de gerçektir. 
Kanıtı: Çünkü aralarındaki ilişkilerini gördüğümüz birincil nitelikler gerçektir de ondan. 

Bu kanıtlamalardaki zayıflığı Berkeley gördü. 

Berkeley’den sonra Kant, bunların insan zihninin dışında olduğunu söyleyemezdi artık. Onlara kategori dedi ve insan türünün ortak algılama kalıpları olduğunu söyledi. 


C. Sensitive önermeler: 

Maddi varlıklar konusunda bilgi edinmeye kalktığımda, matematik bilimlerden çok farklı bir durumla karşılaşıyoruz, Locke’a göre: 

Örnek olarak geometride hiç bir deney yapmadan üçgenlerin, dörtgenlerin tanımlarını yapabiliyorum. 
Bu sağlam temellere dayandığım için de, şekiller arasındaki ilişkilere bakarak kesin sonuçlara ulaşabiliyorum. 

Ama maddi varlıkları: taşları ağaçları tanımak söz konusu olunca deneyler yapmadan tanımlar oluşturamıyorum: onların bilgisini edinemiyorum. 
Sonuçlara ulaşmam deneylere bağlı olduğu için de kesinliğe ulaşamıyorum: Deney yalanladı mı değiştirmek zorundayım. 

Örnek olarak masamın üzerindeki, kağıtların uçmasını ve dağılmasını önlemek için kullandığım taş... 

Bu taş bir takım niteliklere sahip: beyazlığı, sertliği, ağırlığı, tatsızlığı... 
Taşın, bütün bu nitelikleri taşıdığını söylüyorum: Taş temelde bu nitelikleri taşıyan şey sanki... Bu nitelikleri bir arada tutan bu temele “töz” (substance) diyoruz... 

Locke’a göre töz gerçek değildi. “zihnin kullanmak” için yarattığı bir şeydi... Töz düşüncesi sayesinde taşın niteliklerini toplayıp bir arada tutabiliyorum... 
Onlara bir ad veriyorum: “Taş” diyorum. 
Ve bu sözcüğü kullanarak düşünebiliyorum, konuşabiliyorum... 

Masamdaki taşın nitelikleri de ikiye ayrılıyor: Örnek olarak beyazlığı onu taş yapan niteliği değil; çünkü siyah taşlar da var... Buna karşılık suya bırakınca batması, belli bir asidi dökünce belli bir karşılık vermesi... bunlar taşı taş yapan (bütün taşlarda ortak olan) nitelikler. Bu niteliklere (taşı taş yapan niteliklere) “essence” diyoruz. 

Locke göre varlıklarla ilgili bilgiler edinmek demek, onları essence temelinde tanımlarını yapmak demek oluyor... 

Geometri’de üçgeni tanımlayabiliyorum; deney yapmadan... Bu tanımlara dayanarak tüm üçgenleri tanıyabiliyorum, aralarında ilişkilere bakarak (deney yapmadan) teoremler oluşturup onları kanıtlıyorum. 

Ama taşa gelince durum farklı: 
Deneyler yapmadan, taşların niteliklerini kendisinden çıkartacağım bir taş tanımına sahip değilim: Olabildiğince çok taşa bakarak onların ortak özelliklerini (ikincil) çıkartmam gerekiyor... Bütün taşlarda bulunan ikincil niteliklere dayanarak daha sonra bir “taş” tanımı yapabiliyorum. 

O ana kadar gördüğüm taşlara dayanarak yaptığım bir tanımdan sonra, tanımdaki bir niteliğin bütün taşlarda ortak olmadığını görebilirim. 
Örnek olarak volkanik bir bölgede suda yüzen bir taş görebilirim. Bu durumda taşla ilgili bilgimi hemen değiştirmem gerekecektir... 

Kısacası yeni ve farklı deneyler eski bilgilerimde değişmeler yapamaya zorlayacaktır... 

Sonuç çıkaralım: 
Maddi varlıklar konusunda kesin bilgiye ulaşılamaz... “natural philosophy (maddi varlıkların özelliklerini araştıran bilgi dalı) bilim olma yeteneğine sahip değildir.” 

Gerçekte neyi karşıladıkları da bilinemez (ikincil nitelikler, gerçek varlığın niteliklerini değil de onların üzerimizdeki etkilerini verdiğinden). 

Locke’un maddi varlıkların bilgisinin hiç bir zaman kesin olmayacağını söylemesine bakarak bilimleri değerlendirdiğini düşünemeyiz: 
Bu denenlere dayanarak, Locke’un bizim anladığımız anlamda bilimlerin olanaksız olduğunu söylediğini söyleyebilir miyiz? Örnek olarak psikolojinin, ya da biyolojinin, fiziğin hiç bir zaman kesin bir bilgi oluşturamayacağını mı söylüyor Locke? Bunu mu tartıştı? 

Locke’un eleştirdiği bilim varlıkları anlamayı amaçlayan bilimdi... 
Bizim bugün “bilim” dediğimiz şeyse ilişkilerden söz eder (varlıklardan değil) ve matematiğin diliyle konuşur. 

Locke böyle bir bilginin varlığından haberdar bile değildi... 
Ve de bilim, Locke’un anladığı kesinliğin (mantıkça kesinliğin) peşinde değildir. 


D. Davranışları değerlendiren önermeler: Ahlak bilgisi “hak” idesi ve devletin kuruluşu; Bunlar davranışların formudur ve gerçektir. 

Maddi varlıklarla ilgili olarak kesin bilgilere ulaşamayacağımızı söyleyen Locke, ahlak alanında geometridekiler ölçüsünde kesinliklere ulaşabileceğimizi savunuyor. 

Çünkü ahlak bilgisi temelde bir form bilgisidir: 

“Ahlâk kanıtlamaya açıktır, tıpkı Matematik gibi.”

Moral kanıtlanabilir bilimler arasında yerini alacaktır. Böyle bir bilimin içinde, kendiliğinden apaçık önermelerden matematikte olduğu gibi karşı çıkılamaz sonuçlara ulaşılabilecek ve doğru ve yanlışın ne olduğunu görebileceğimiz kurallar oluşturulabilecek ve bir kimse, bu tür bilimlerde olduğu gibi, bu kuralları tarafsızlık ve dikkatle kendisine uygulayabilecek... Bu tarz biçimler de tıpkı sayı ve uzam gibi algılanabilir.” 

Son cümle çok önemli: 
“Bu tarz biçimler de tıpkı sayı ve uzam gibi algılanabilir.” 
Demek varlıkların biçimleri olduğu gibi davranışlarımızın da biçimleri var Locke’a göre. 

Şu cümle de çok önemli: 
“Pınarda akan su herkesin olsa da, gene de testidekinin yalnızca onu çekenin olduğundan kim kuşku duyabilir? Emeği onu doğanın elinden çekip almış ........ ve böylelikle onu kendisinin edinmiştir.” 
Demek biri pınardan testisine su çektiğinde su çekmesinin formu “emek”, testisindeki suyun formu “mülk”, suyu yalnızca kendisinin kullanmasının da formu “hak”... 

Ve bunlar (birincil niteliklerle ilgili söylenenleri hatırlayalım) aslında bir çok davranışta bulunan ve onları var eden ortak formlar... 

Emek, mülkiyet, ceza davranışların birincil nitelikleridir (formlarıdır) ve zihinleri aşan bir gerçekliğe sahiptir: 
Denenleri anlayabilmek için bir örnekle düşünelim: 
Kedi için üzerinde uzandığı masa, pencereler, masa üzerinde yanında duran kitaplar, her bir duvar çok farklı şeylerdir ve onlar arasında hiç bir ortak yan yoktur. 

Ama insan zihni onları karşılaştırır, ortak ve karşıt yanlarını ayırır ve ortak yanlarını bir soyutlamayla diğerlerinden koparır ve böyle bir işlemden sonra onların hepsinin ortak bir forma, dikdörtgen biçimine sahip olduğunu söyleyebilir... 
Evimde benimle yaşayan kedim bunları yapamaz: Masa oradadır, duvar da orada... 

Akıl, soyutlamalar yapan ve birincil nitelikleri fark edip ayırabilen yeti oluyor Locke’da... 


Bu denenler varlıkların formlarıyla ilgiliydi; daha önce konuşmuştuk. 
Şimdi de davranışlardaki ortak formları anlamaya çalışalım: 

Avladığı geyiği başka bir hayvana kaptırmamak için öldüresiye kavgaya girişen kaplan, 
yakaladığı fareyi başka kediye kaptırmamak için savaş kediyle, 
kendi yaşam alanına giren kurtla dövüşen kurtla, 
.......................... 
Evine giren hırsızla kazandıklarını kaptırmamak için boğuşan insanla 
aynı şeyi yapmakta olduğunu fark edemez... 

Çünkü hayvanlar akıllı varlıklar değildir. Doğadaki ortak formları soyutlayıp ayıramaz, onları ayrıca algılayamaz... Hayvanların geometrileri olmadığı gibi ahlakları da yoktur...

İnsansa ortak formları algılar: 
Doğada bütün canlılar yaşamaları için gerekli şeylere ulaşmak amacıyla didinirler: Emek. 

Emekle ürettiğini tüketir: 
Mülkiyet. 

Ürettiğini elinden almak isteyen olursa (mülkiyet hakkına karşı çıkan olursa) hakkını korumak için, ona engel olmak için hakkını almak isteyene her türlü zararı verebilir... Ceza... 

Kısacası emek, mülkiyet, ceza davranışların formlarıdır ve gerçektir... Zihnimizi aşan gerçekliklerdir bunlar... 

Doğa durumunda (toplumsal anlaşmaların olmadığı zamanlar) emek ve mülkiyet kavramlarının uygulanması sorun yaratmıyor. Ama cezadaki belirsizlikler sorunlar yaratacak toplum yaşantısında: 
Emek ve mülkiyet doğada (doğa durumunda) sorun yaratmıyor. 

Ama cezalandırma durumunda doğada bir belirsizlik var: 
Cezalandırma bir tırnak atmakla da kalabilir, öldürmeye kadar da gidebilir... 
Ayrıca hakka tecavüz eden haklı olandan güçlü olabilir; bu durumda ceza uygulanamayacaktır. 
Kişisel cezalandırmalar insanlar arasındaki ilişkilerde huzursuzluk yaratacaktır. 

Devlet, ceza kavramının uygulamada yarattığı sorunları çözmek için kurulmuştur: “İnsanların devlet kurmaları ve kendilerini devletin kontrolüne bırakmalarındaki en büyük ve en başta gelen neden sahip oldukları şeyleri koruma olayıdır. Doğa durumunda bu konuda büyük eksikler bulunmakta.”
“Gerçi doğa yasası tüm ussal yaratıklar için açık ve anlaşılabilir olsa da, gene de insanlar kendi çıkarlarından yana eğilimlidirler ve ayrıca onu yeterince incelememekten gelen bilgisizlikle .........tikel durumlarda bağlayıcı bir yasa olarak kabul etmeye yatkın değillerdir.”
“İnsanların commonwealthlerde birleşmelerinin ve kendilerini hükümet altlarına koymalarının..."


Demek doğada üretme olayında sorun yok. 
Emeğinin ürününü kullanmada da. 
Sorun ürünlerin (mülkiyetin) korunmasında. Devlet bunun için kuruldu. 

Bu nedenle meşru devlet 
Üretime, 
Üretilenlerin tüketilmesine karışamaz: Devletin kuruluş amacının onlarla bir ilgisi yok. 

Devletin işi: cezalandırma hakkını üslenmek, vatandaşlarının üretme ve kullanma haklarını korumak... 
Doğa durumunun cezalandırma konusundaki eksiklerini gidermek: 
a. Doğa durumunda hangi suçlara hangi cezaların verildiği belirlenmemişti: Devlette bu belirlenmeli: Her ceza için verilecek ceza tespit edilmeli ve herkese fark gözetmeden uygulanmalı. 
b. Doğa durumunda suç işleyen güçlü olursa ceza verilemiyordu: Devlet herkesi cezalandıracak güçte olmalı. 
c. Cezayı veren ve uygulayan aynı kimseydi doğa durumunda ve hakka tecavüzün yaşandığı yerde (çok yoğun duyguların yaşandığı yerde) ceza verme durumundaydı hakkı yenen. Çok kişiseldi... Bu nedenle yargılama işi davalılardan ayrılmalı ve başka bir kuruluşa verilmeli. 


5. Psikolojisi ve etiğinin temeli: Hazzı arama ve acıdan kaçınma... 
İyi ve kötünün ne olduğu açık Locke’a göre: 
Haz uyandıran şeyler, haz uyandırdıkları ölçüde iyidir. 
Kötü de tersi: 
Acı uyandıran şeyler acı uyandırdıkları ölçüde kötüdür. “Her şey bizde uyandırdıkları zevk ve acı duyumuna göre iyi veya kötüdür. Haz uyandıran, hazzı artıran, ya da bizdeki acıyı azaltan şeylere ‘iyi’ deriz. ” 
Bizi bir şeyler yapmaya iten güç, olabildiğince çok haz yaşamayı (mutluluğu) amaçlar: Haz istek uyandırır ve biz de harekete geçeriz. 
“Ne istek uyandırır? Cevabım mutluluk, yalnızca mutluluk olacaktır.”
“Mutluluk, en geniş anlamında, ulaşmaya yetenekli olduğumuz en büyük hazdır.” 

Locka göre mutlu olmayı başarmak (olabilecek en büyük hazzı yaşamayı başarmak) aslında erdemli olmayı başarmak demektir: Mutlu kişi iyidir ve özgürdür aynı zamanda.
“Gerçek mutluluğa ulaşma çabası bütün özgürlüklerin temelidir.” 

“Tutkularımızı yönetmek özgürlükçe gelişmek demektir.” 
“Kötülüğü, erdemli olmaya tercih etmek yanlış düşünmüş olmanın kanıtıdır.” 

Bu durumda özgür olmak, mutlu olmak ve iyi olmak doğru düşünmek anlamına gelmekte. 
Hangi konuda doğru düşünmek anlamında: 

Olabildiğince çok haz ve olabildiğince az acı çekmeye ulaşma konusunda doğru düşünme anlamında... 
Denenlere bakılırsa... 
Bentham bu... 

Locke’un etikle ilgili görüşleri hem dedikleri bakımından hem de Bentham’ı etkilemesiyle önemlidir. 

6. Genel:

Locke Skolastiğin tözlerle ilgili görüşünü tümüyle bırakmamıştır:
Locke için birincili nitelikler temelde tanımdı, aralarında aklın algıladığı ilişkiler vardı ve bunlar gerçekti de... Matematik gerçeğin bilgisiydi. Algı alanımızın dışındaydılar ama gerçektiler... 

Bu nedenle Platon’dan ne kadar uzaklaştığı sorulabilir. 

Maddi varlıkların aklın kavrayabileceği, akılla ulaşabileceğimiz düşünceler olduğu düşüncesine karşı çıktı... 
Bu noktada Platon’dan ayrılıyor. 


Locke’un doğa durumu konusunda söyledikleri, aslında orijinal değildir. 
Ortaçağın skolastik doktrininin tekrarıdır. 
Aşağıdaki parça Saint Thomas Aquinas’a ait: 
“İnsanlar tarafından yapılmış her kanun, doğa kanunundan çıkarıldığı ölçüde kanun olma karakterine sahiptir. Buna karşılık her hangi bir noktada doğa kanunuyla çatıştığında, o anda kanun olmaktan çıkar; soysuzlaşmış bir şeydir artık.” 623 

‘Doğa durumu’ kavramı Platon’dan başlayarak çeşitli filozoflarca kullanılmıştır. Örnek olarak Poseidonius gibi Stoacılarca da kullanıldı. Locke de Hobbes da toplumların ortaya çıkışını açıklamada bir postülat olarak kabul ettiler. Hobbes bu kavramı sadece mantıksal bir araç olarak kullandığı halde, Locke ise siyasal toplumların ortaya çıkmasını “gerçek bir açıklayan” olarak kullandı. 179 

Başka kullananlar: 
Aristo. 
Stoacıların ve Romalıların “Law of Nation” anlayışında kullanılır. 
Hugo Grotius’ta da... 
Locke’daki doğa yasası Grotius ve onun öğrencisi Puffendorf’tan alınmıştır. 

Locke doğa durumu ile ilgili düşünceleri kendisinden öncekilerden almıştır. Bu konuda Hobbes’ten daha az orijinaldir. 
Ve bu görüşleri alırken onları teolojik temellerinden kurtaramadı. 

Doğa durumuyla ilgili görüşlerini oluştururken, sadece Cambridge Platoncu’larının Hobbes’u eleştirisine katılmış oluyordu: İyi, devletin istedikleri değildir; doğada nesnel olarak vardır... 

Locke için sağduyunun tutarlılıktan daha önemli olduğu söylenir: olaylarla çelişeceği yerde tutarlılığı harcarmış... Sık rastlanan bir düşünce bu.. 

Doğru değil: 
Tutarlılıktan uzaklaştığı yerlerde sağ duyu değil, zamanının dini inançlarının etkisi altındadır... 

Örnekler: 

Bernard Russell’in Locke ile ilgili görüşü: Yeni düşünceler getirenler çoğunlukla zamanlarının o kadar ilerisindedirler ki, zamandaşları tarafından anlaşılmazlar, karşı çıkılırlar. Daha sonra şartlar bu düşünceleri kabul edecek duruma gelir ve bir şanslı adam o düşüncelerle ün kazanır. Lock da bunlardan biridir ve siyaset öğretisinde yeni olan hemen hiç bir şey yoktur. Darwin de öyle... Daha önce, aynı düşünceleri söylemiş olan Lord Monbodda alaya alınmıştı. 624 

Buradan aşağıdakilerle ilgili olarak:
Bu yazı yazılmaya başlamadan önce, kullanılacak parçalar bir yere alınmıştı. Yazmaya başlandığında, seçilen parçalar yazının içine alındı. Buradan aşağıdaki yazılar bu içinden seçilerek parçaların alındığı kısım. 


Geçmişte kalan mutlu bir yaşantı düşüncesine İncil’deki hikayelerde olduğu ölçüde klasik mitolojide de (Altın Çağ olarak) rastlıyoruz. Geride kalmış kötü bir yaşantı düşüncesi gelişme teorisinden sonra düşünülmeye başlamıştır. 624 

Etiği utilitarian; ama “haklar”la ilgili görüşü yararcı etiğiyle uyuşmuyor. 

Doğal haklar kuramı da ortaçağdan Hooker aracılığıyla gelen düşünceler. 

İnsanların kendi zevk ve acı duyumlarına göre hareket etmesini isterdi. 


“Tutkularımızı yönetmek özgürlükçe gelişmek demektir.” 
Bu güdüler tanrının koyduğu bir yasa olduğundan Locke için bir sorun yaratmıyordu. Ona göre en yüksek” zevk” doğru davranışın ödülüydü. 


Bentham özgür düşünen biriydi. Kural koyma alanında, tanrının yerine insanı koydu. Bu durumda, kişilerin mutluluğuyla toplumca mutlu olmanın dengesini kanunlar ve kurumlar kuracaktı. 614 

Locke göre özgürlük, tutkularımızı yöneterek mutluluğumuzu gerçekleştirmektir. 

Düşünce çizgisi Benthamismde devam edecek. 

Ahlak: 

“Ahlaklılık kanıtlarla temellendirilebilen bir şeydir. Gücü, iyiliği, bilgeliği sınırsız, ustalığını bizi yaratmada göstermiş olan ve kendisinden destek aldığımız yüce varlık düşüncesi ile anlayan, rasyonel, içimizde böylesine açık varlık düşüncesi, ben düşüncesi; sanırım uygun biçimde ele alınıp, araştırılırsa; böyle bir çalışma görevlerimiz ve hareket kurallarımız için gerekli temeli oluşturacaktır. Böylece moral kanıtlanabilir bilimler arasında yerini alacaktır. Böyle bir bilimin içinde, kendiliğinden ap-açık önermelerden matematikte olduğu gibi karşı çıkılamaz sonuçlara ulaşılabilecek ve doğru ve yanlışın ne olduğunu görebileceğimiz kurallar oluşturulabilecek ve bir kimse, bu tür bilimlerde olduğu gibi, bu kuralları tarafsızlık ve dikkatle kendisine uygulayabilecek... Bu tarz biçimler de tıpkı sayı ve uzam gibi algılanabilir: Gerekli metotlar uygunluk ve uygunsuzluklar temeli üzerinde kullanılırsa onların da kanıtlanamayacağını anlayamam. ‘Mülkiyetin olmadığı yerde haksızlık diye bir şey de yoktur.’ önermesi Öklit geometrisindeki önermeler kadar kesindir. Mülkiyet, herhangi bir şeyin kullanım hakkı olarak ve ‘haksızlık’, bu hakka tecavüz edilmesi veya şiddet yoluyla engellenmesi olarak düşünülünce ve böyle tanımlanınca; bu önermenin, bir üçgenin üç açısının toplamı iki dik açı kadardır önermesi kadar doğru olduğunu, aynı kesinlikle görebilirim. Yeniden dersek; ‘Hiç bir hükümet, mutlak özgürlüğe izin vermez.’ önermesine gelince; hükümet, toplumun belli kurallar üzerine kurulması demekse ve kurallar uymak gerektiği düşünülürse, mutlak özgürlük bir kimsenin her hoşuna giden şeyi yapması anlamına geliyorsa; bu önermenin doğruluğuna, herhangi bir matematik önermenin doğruluğuna inandığım ölçüde inanabilirim.” 615-616 
Ahlakı belgitlemeye açık bilimler arasına yerleştirebileceklerdir; bundan kuşku duymuyorum ve kendiliğinden açık ilklerden matematikte bulunanlar denli karşı çıkılmaz zorunlu sonuçlardan, haklı ve haksızın ölçüleri kendini aynı yansızlık ve dikkatle bu bilimlerden birine olduğu gibi ötekine de veren birine anlatılabilecektir.”

doğa yasası tüm ussal yaratıklar için açık ve anlaşılabilir olsa da

“Pınarda akan su herkesin olsa da, gene de testidekinin yalnızca onu çekenin olduğundan kim kuşku duyabilir? Emeği onu doğanın elinden çekip almış ........ ve böylelikle onu kendisinin edinmiştir.

“........ bir insan ne kadar toprağı sürebilecek, işleyebilecek, geliştirebilecek, ekebilecek ve ürününü kullanabilecekse, toprak o ölçüde onun mülkiyetidir. 

Locke de üç güç ayırıyor; ama bizim bugünkü ayırımımızdan farklı: 
Yasama, yürütme ve “federatif” güç. 
Federatif güç savaşa girme, barış yapma; anlaşmalar ve birliktelikler oluşturmalar hakkına sahip olan güç. 

Cambridge Platoncu’larının Hobbes’u eleştirisine katılmış oluyordu: İyi, devlet istenen değildir; doğada nesnel olarak vardır.. 

“Böyle bir yasanın olduğu kesindir ve akıllı bir yaratığın bunu anlaması toplumdaki pozitif (konulmuş) yasaları anlamak kadar, belki de daha da kolaydır. Çünkü insanların çelişik gizli ilgi ve çıkarlarını dile getiren yasaları anlamak aklı anlamaktan daha güçtür. Pozitif yasaların da geçerliliği ve doğru yorumu doğa yasasına uygunluklarına bağlıdır.” 

Birincil nitelikler: 

gözleyenden bağımsız olan bu nitelikle 

Akıl: akıl işe karışmadıkça inançlarımızın bilgi seviyesine ulaşamayacağını düşünüyor: 

“Akıl, her konuda son sözü söyleyecek hakemimiz olmalıdır.” 
Matematik: Tözler tanım olsaydı ve bu tanımlara sahip olsaydık, kimya matematik gibi bir bilim olacaktı. Bunlara sahip olmadığımız için dikkatli gözlemler ve deneyler yapmak zorundayız. 260 

“var olan bir şeyden söz etmektedir ve öğretici olan gerçek bir bilgiyi aktarmaktadır.”

“Zihin, bütün düşüce ve düşünmelerinde, o sıradaki objelerinden başka hiç bir şeye sahip değildir. Yalnızca kendi düşünceleri vardır elinde. Yalnızca bunlar üzerinde düşünür ve düşünebilir. Bilgimizin yalnızca bunlarla uğraşabildiği açıktır.”
“Bilgi, iki düşünce arasındaki uygunluk ve uygunsuzluğun algılanmasıdır.” 
Kesinliği, sezgi ve tanımlamalara dayalı olanlar kadar güçlü olmasa bile 

Matematikte olduğu gibi, kendiliğinden ap-açık önermelerden karşı çıkılmaz sonuçlara ulaşılabilecek 


Bilim: 

Geometrik şekillerin gerçek olan özlerini bildiğimiz için geometrideki gerekli ilişkileri (kompleks idealar arasındaki ilişkileri) farkedebiliyoruz. Bu alanda bilgilere ulaşabilmekteyiz. 260 

Buna karşılık tözler ve töz ideası ve özellikleriyle ilgili zorunlu ilişkiler kuramadığımız için bu alanda inançlara ulaşabiliyoruz yalnızca: Deneyler ve gözlemler yapmadan altınla ilgili konularda konuşamıyoruz; geometride olduğu gibi a priori ilişkiler kurarak kesin bilgilere ulaşamıyoruz. Bu denenlerden şu sonuç çıkıyor: 

Locke’un tözlerin gerçek varlıkları ile ilgili görüşü skolastiklerden farklıdır. Skolastikler bu varlıkları “gerçek varlığa sahip tanımlar” olarak düşünmekteydi. Lock ise maddeyi, (17. y.y.da yeniden canlanmaya başlayan klasik Yunan) atomcu teorisinin terimleriyle görüyordu. 

Tözler tanım olsaydı ve bu tanımlara sahip olsaydık, kimya matematik gibi bir bilim olacaktı. Bunlara sahip olmadığımız için dikkatli gözlemler ve deneyler yapmak zorundayız. 
Böylece zihnin çalışmasıyla dilin işleyişi arasında paralellik kuruluyordu. 
Daha önce Epikür’de de görüldüğü gibi, Locke’de de mantıkla dil bilimi çakışmış oluyor; yani Semiotik’le. Böylece; kavramların ve bilme uğraşların bilimsel olarak gösterilebilmesi için bir temel hazırlanmış oluyordu. 

Ama diğer bilgilerimiz bu kesinliğe sahip değildir. Belli düşüncelerin bir arada olduğunu sezdiğimizde yeni bir bilgiye ulaşırız. Onların bir arada bulunduğunu sezmek bilgiden önce gelir ve bu tür bilgilerin doğruluklarını kanıtlamak zorundayızdır. Locke, bu temellendirme sürecine “demonstration” diyor. 196 

Bir bilgi türü daha var: Descartes ve kuşkucuların bütün gayretlerine karşın, yaşantılarımızın dışarıda karşılıkları olduğu inancına sahibiz; bazılarının da olmadığı... Kesinliği olmasa da güveniriz bu tür bilgilere de... Locke, bu tür bilgilere “sensative” bilgi diyor.