Yazılar

Doğunun ve Batının Varlık Anlayışları


 1. Doğunun ve batının varlık anlayışları çok farklı. 

Bu farkı anlamada, varlıkla ilgili şu iki cümlenin yol gösterici olacağına inanıyorum:
Batılı, “Bardağı gözüm aracılığıyla görüyorum.” derken,
Doğulu, “Bardağı gözüm aracılığıyla var ediyorum.” diyor.

Batılı varlık anlayışına göre varlıklar dışımızdadır ve duyu organları aracılığıyla onların hakkında bilgi ediniyoruz.
Doğulu anlayışa göre; tıpkı düş görmede olduğu gibi, varlıkları biz var etmekteyiz.
2. Batılı varlıkların dışında var olduğuna inandığından onları anlamak için dışarı bakarak araştırır.
Bu amaçla aletler oluşturur: Dikkati kendisinden başka yerdedir... Objektif olmayı amaçlar.
Bilme aracı bilimdir...

Doğulu ise evreni nasıl var ettiğini farketmek için bir kenara oturur, dikkatini kendi iç yaşantısına yönlendirir (evreni, her an kendisinin yaratmakta olduğuna inandığı için)...
Hangi bilinç yaşantısından başlayarak ve hangi tür bilinç yaşantılarından geçerek günlük yaşantının bilincine geldiğimizi araştırır...
Doğulu kendi varlık anlayışına göre kendi araştırma metodunu oluşturur böylece... Ve bu tür bilmenin metodu meditasyondur.
Kısacası; doğulu için meditasyon, kendi varlık anlayışına göre oluşturduğu bir bilme metodudur...

Batılı, dışa yönelmiştir ve dışındaki şeyler üzerinde etkili olmaktır amacı.
Doğulu, iç yaşantısını anlamaya çalışır ve varlığı, bu arada mutlulukla ve acıyı nasıl oluşturduğumuzu araştırır ve amacı mutlu olmaktır...

3. Doğuluya göre (Hindu ve Budist anlayışa göre), iki yanlış nedeniyle acı çekmekteyiz:
a. Cehalet yanlışı
b. İstek yanlışı...

4. Doğuluya göre, ayrı varlıklar görmemiz, dilin aldatması sonucudur:
Sinema perdesinde bir arabanın bir adama çarptığını görebiliriz. Arabayı da adamı da açıklıkla algılarız.
Ama aslında adam da araba da perdedeki aynı ışıktır... Renklerdir... “Araba” ve “adam” sözcükleriyle (tıpkı bir makasla resmi keser gibi) aynı ışığın bir kısmını ayırır “araba” deriz, diğer bir parçasına “adam” deriz, “çarptı” deriz...

Böyle bir şeyi rüyamızda görsek de durum aynı:
Kendimi Afrikalı bir yerli olarak yaşayıp, bir aslan avladıysam; aslında aslan da, ben de aynı düşün ayrılmaz parçalarıyız. Düşümde mızrağı atan olarak yaşadığımdan, yerli olduğumu yaşarım. Eğer mızrağın acısını bedenimde duysaydım, aslan olduğumu söylerdim...

Kısacası; dili kullanırken, aynı dokudan yapılmış varlıkları birbirinden ayırırız ve onların birbirinden bağımsız varlıkları olduğunu sanırız...
Bu cehalet yanlışıdır: Gerçekte bir tür düşü, dille parçalarız ve onların gerçek olduğunu sanırız.

5. Temelde aynı bütünde olan şeyleri dille ayırıp, benden bağımsız varlıklar gibi görünce; hoşuma gidenlerin değişmeden yanımda kalmasını, rahatsız edenlerin de değişmesini ve benden uzaklaşmasını isterim...
Böylece benden bağımsız varlıklar haline getirdiğim şeylere, isteklerimle yönlendirmeye çalışınca acı çekerim... Değişmeden benle kalsın dediklerim değişir ve beni bırakırlar; benden uzak olsun ya da değişsin dediklerim benle kalır ve değişmeyebilirler.

6. Özetlersem:
Meditasyon
a. Dille varlıkları varedişimi görme,
b. Varettiğim şeylere isteklerimle bağlandığımdan acı çektiğimi farketme;
c. Akıp giden şeylerin başka türlü olmasını istemeyi bırakma
d. Ve böylece mutlu yaşamayı gerçekleştirme metodudur;


7. Yalnız burada bir şeyi belirtmek gerek:
Olayların akışını onlara istekle bağlanmadan izlemek, pasif bir tavır almak değildir...
Olayların oyununa katılabilirsiniz,
Onları değiştirmek için bir şeyler yapabilirsiniz;
ama değiştirmek için savaşsanız da, seyretseniz de
sonuçla ilgilenmeyeceksiniz (acı yaratan cehalet ve istek yanlışlarını yapmayacaksınız): sonucu ne olursa olsun kabul edeceksiniz...
8. Bagavat Gita’da Krişna erdemin iki yolu olduğunu söyler:
a. İnzivaya çekilmek ve olaylara katılmamak. Bu tür tarikatlara “Kali” tarikatları diyor.
b. Ya da olaylara katılırsınız (savaşları yöneten komutan bile olabilirsiniz: bu destanın kahramanı bir orduyu yönetir...) ama sonuçlarla ilgilenmezsiniz... Bu da “yoga” tarikatlarının tavrı...

Krişna iki yolla da aydınlanmaya gidilebileceğini ve mutlu olunabileceğini söyler.
Ama ikincisi (olayların içinde aydınlanma) daha kısa ve kolay yoldur ona göre...

9. Bu tavrı bir benzetmeyle anlatmak yararlı olacak:
İki kişinin sıkıntıdan kurtulmak için tavla oynadığını düşünün: Amaçları eğlenmek...
Ama oyun bitince yenilen kaldıramazsa yenilgiyi; acısını yenmek için meydan okumaya devam eder ve yeniden oynamakta ısrar ederse; bu kimse tavla oynamanın amacını unutmuştur: Eğlenmek amacını...

Ama,
yenildiğinde kişi, oyunu bırakırken;
ne kadar güzel vakit gerçirdiklerini söyler ve arkadaşına bu nedenle teşekkür ederse kendisiyle oynadığı için: bu kimse oyun amacını unutmamıştır...

Yenilmesine karşın iyi vakit geçiren de arkadaşını yenmeye çalışmıştır; ama yenme uğraşı iyi vakit geçirmek içindir yalnızca... Yenmek, asıl amacı değildir...

10. Doğuluya göre düş gören, can sıkıltısından kurtulmak için düş görür (dünyayı var eder).
Bu nedenle hayatın amacı oyun oynar gibi yaşamaktır Hindu ve Budist düşünür için... Bagavat Gita’nın kahramanı gibi siz de bir savaşçı olabilirsiniz. Bu durumda düşmanı yenmek, öldürmek için uğraşacaksınız... Ama yenmek; oyuna katılmak, oyunu sürdürmek için istenmeli... Yaşamın amacı olmamalı... İstenmemeli...
Bu anlamda “istekler öldürülmeli”.

Ermiş (aydınlanmış) bir savaşçının yenme uğraşına bakıp zafer kazanmayı istediği sanılmamalı. Zafer, araçtır yalnızca asıl isteği için: O düş görenin (tanrının) var etme oyununa katılmıştır.
Hindu düş görenin, varlığı can sıkıntısından kurtulmak için (oyun amacıyla) yarattığına inanır.
Aydınlananlar yaratıcının oyununa (evreni var eden oyuna) katılan kimselerdir