Yazılar

Jung Psikolojisi Üzerine

1. Jung'a göre, ecdadımızın bütün tecrübeleri ruhumuzda saklanmakta: Buradaki 'ecdat' sözcüğünün kapsamı içine yalnızca bizden önceki insanlar girmiyor; insandan önceki, gelişmesiyle insanı ortaya çıkartan, şimdi yitip gitmiş olan canlılar da var bunun içinde... Bu açıdan bakılınca: ruhumuzdaki pek çok şeye, diğer canlılarla ortağız: hayvanlar da sahip onlara. Bu arada bütün insanların da ortak olduğu bir alan burası... 

2. Bir kısmına bütün canlılarla (bir kısmına da bütün insanlarla) ortak olduğumuz bu şeyler (ruhumuzdaki şeyler) birbirlerinden bağımsız değildir: birbirleriyle örülerek bütünler, kalıplar oluştururlar. Bu kalıplar bizler için anlamlı bütünlerdir. Kendilerini bilincimize tam bir açıklıkla vermezler hiç bir zaman. Ve bize sembollerle ulaşırlar. Sembolleri açmadıkça arketiplere, bu fonksiyonel bütünlere (personadakiler hariç) ulaşabilmek olanaksızdır. 

3. Arketipler (Bu bütünlere verilen ad), algılarımızı, dünyayı anlama uğraşlarımızı, bütün davranışlarımızı ve duygu yaşamımızı düzenler. 
4. Bilinçli yaşam, insan dünyasında ortaya çıkmıştır. İlkellerin bilinçsiz yaşadıklarını söylüyor Jung. Bir örnek de anlatılmış bu konuda. Afrika'ya gitmiş olan biri; sanırım bir antropolog; bir yerliden, kilometrelerce uzaktaki bir postahaneye giderek mektubunu atmasını istiyor. Bir çok kez isteğini yinelemesine karşılık yerli donuk bir yüzle bakıyor mektup sahibine. O sırada biri gelerek yerlilerle konuşmasını bilmediğini söylüyor. Alıyor mektubu eline, koşma taklidi yapıyor. Yerlinin de yanında koşmasını istiyor. Duraladığında elindeki sopayla vuruyor. Taklit davranışlarıyla, döverek uzun uğraşlardan sonra anlatabiliyor isteğini: yerlilerle nasıl konuşulacağını bilen bu kişi... 
Jung, yerlinin anlamayışını "bilinçsizlik" diye yorumluyor. 
Yerlide bilinçli yaşam daha bizdeki kadar oluşmamış. Bu nedenle anlayamıyormuş denenleri. 

5. Demek Jung'a göre insan (ya da modern insan) karşısındakilerin isteğini bilinçli olarak anlayabilen ve ona göre davranabilen: davranışlarının istenene uyup uymadığını farkedebilen bir varlık. 
Diğer insanların istediği gibi davrandığımızda bir takım kazançlarımız oluyor; bir takım tehlikelerden kurtulabiliyoruz: 
Toplum yaşamımız, toplumun istendiği gibi davranmamız üzerine kurulmuştur:Bakkaldan bir şeyi alıyorsanız ücretini ödemeniz gerekir. Ev sahibiyseniz misafirinizi "Hoş geldiniz," diyerek karşılamalısınız. Bir televizyon almak istiyorsanız, gerekli olan parayı, sizden önce yerleşmiş olan kurallara göre davranarak kazanmalısınız... 
Toplum düzeni, yaşamamız için gerekli olan şeyleri sağlamakta... Bu yüzden toplum düzeninin gerektirdiği gibi davranmayanlara baskı yapma hakkını görürüz kendimizde. Bu baskının getireceği tehlikelerden korunabilmemiz için de, çevremizdekilerin istediği gibi davranmak zorundayız... 
Sonra ihtiyacımızı karşılamakta olan düzene uymamızın dışında, çevremizdekilerin istediği gibi davrandığımızda, bazı şeyleri de elde edebilmekteyiz: Örnek olarak sevdiği kızın gönlünü kazanmaya çalışan genci düşünün... 
Bilinç, bir sorunla karşılaştığımızda ortaya çıkar ve toplum yaşamı sürekli çözülecek sorunlar getirir önümüze. 

Kısacası; bir takım tehlikelerden sakınabilmek, bir takım şeyleri elde edebilmek için toplumun istediği kişiliğe bürünüyoruz. İşte bu role PERSONA diyor Jung.
Persona bilinçlidir. Çevremizdekilerin görüp tanıdığı yanımızdır. 

6. Personamızın kişisel olduğunu sanırız. Ama; bütün anneler gibi bir anne, bütün öğretmenler gibi bir öğretmen olduğumuzu düşünecek olursak; personamızın ortakolduğunu, bir çok kimseler tarafından kullanılmakta olduğunu kolayca görürüz. 
Hatta en özgün davrandığını düşündüğümüz sanatçılara bakın: Uzun dağınık saçlarıyla, belli bir özen içeren özensiz giyimleriyle onlar da ortak olan birşeyi yaşamaktalar. 

7. Personamız da bu anlamıyla arketiptir: çocukları için çırpınan anne, karşılıksız veren ana arketipini yaşamaktadır... 

8. Personamız oluşurken bilinçaltımızın bir kısmı da oluşur aynı zamanda:Tehlikelerden sakınabilmek ve bazı şeyleri elde edebilmek için çevremizin istediği rolü oynarken; gene aynı nedenlerle rolümüze uymayan isteklerimizi göstermeyiz kimseye ve bu arada kendimize de... 
Jung'a göre hiç bir istek yok olup gitmez: Varlığını ve etkinliğini, farkında olmadığımız bir alanda sürdürür. Davranışlarımızı ve yaşantımızı etkiler. Kötü görüp, kendilerine yaşam hakkı tanımadığımız ve bu nedenle etkinliklerini farkedemediğimiz isteklerin oluşturduğu bu alana GÖLGE adını veriyor Jung.GÖLGE'de, PERSONA'nın reddettiği istekler bulunduğu için, Persona'nın tam karşıtıdır Gölge; tıpkı aynadaki gölgemiz gibi... 



II

1. Jung, dört yetimiz olduğunu söylüyor: 
A. Düşünme
B. Duygulanma
C. Algılama
D. Sezme 

Düşünen kişi (T), yaşamının temeline düşünceyi koyar. Davranışlarının nedeni bir dizi düşüncedir. Kişisel tercihlere önem verenlerse (F), hoşlanmadığı için öyle davranmadığını, ya da yaptıklarını, kendisine iyi geldiği için yaptığını söyler; öyle davranır. Bir diğer tipten olanlarsa (S), algılarını gösterir davranışlarına neden olarak. Neden öyle davrandığını sorarsanız magazinlerde okuduklarından, geçen gün gözlediği bir olaydan söz eder. Bazılarıysa (N), kurulmakta olan dünya adına konuşur ve bir şeyler yapar. Bu tür insanları sezgileri yönlendirmektedir. 

2. Herkes sahiptir bu dört yetiye. Ama insanlar, en güçlü oldukları yetiyi kullanırlar hep ve diğerlerini gölgeye iterler çoğunlukla. 
Bu dört yetiye hepimiz sahiptik: Çok seyrek kullanıyor olsak bile hepimiz belli durumlarda düşüncelerimize göre hareket etmekte, duygularımıza göre davranmakta, algılarımıza ya da sezgilerimize göre hareket etmekteyiz: Arada bir duygulu, düşünen, algılayan ve sezen insanlarız. Ortaktır bu yaşantılar.... Bu nedenle de düşenen, duygulu, algılayan ve sezen kişiler birer ARKETİP’i gerçekleştirmektedirler. 

Bunlardan biri Personamızsa, diğerleri (karşıtı) gölgelerimizdir. 


III


1. Jung insanları İÇEDÖNÜK ve DIŞADÖNÜK diye ikiye ayırıyor. İçedönüklükle dışadönüklüğün de ARKETİP olması gerek. 
Jung, bazı tepki biçimlerinin bütün insan türlerinde ortak olmasına bakarak onları kişiyi aşması gereken ORTAK KALIPLAR olarak düşündü. Bunların ortak olmaları göz önünde tutulunca; kişisel deneylerle açıklanmaları olanaksızdı. Kollektif bir deneyle açıklanabilirlerdi ancak: Ecdadımızın deneylerinin bir birikimi olmalıydılar...

İçe dönüklükle dışa dönüklük de ecdadımızın deneyleri sonucu oluşmuş tutumlardır...

2. Sanıyorum İÇEDÖNÜKLÜĞÜ iç olaylarla, DIŞADÖNÜKLÜĞÜ dıştaki varlıklarla ilgilenmek olarak görmek yanlış olacak. Çünkü Jung, dört yetiden birini geliştirmiş bütün insanlar içinde de içedönük ve dışadönük kimselerin bulunacağını söylüyor. Bu durumda, algılayan tipin içedönüğünü, sezen tipin de dışadönüğünü anlamak güç. Düşüncelerle ilgili olmak, iç olaylarla ilgili olmaksa eğer, bu tipin (sezen tipin) dışadönüğü nasıl olabilir

Jung'a göre dışadönük tipler uyarıcılara hemen tepkide bulunan kimselerdir. Bu tipten olanlar kendilerini her zaman için haklı yaşarlar. Uyarıcılarla tepkileri arasında iç yaşantıları pek yer almıyor.

Buna karşılık içedönüklerin uyarıcılara tepkide bulunmaları her zaman için zaman alıyor. İç dünyalarıyla ilişki kurmadan bir şey yapmıyorlar. Ayrıca; davranışlarının haklılığından her zaman için kuşku duyuyormuş gibi yaşıyorlar. Bu tipler gerekli tepkiyi yapabilmek için her zaman bir vakit bırakılmasını istiyorlar. Hazırlanma dönemleri uzundur. DIŞADÖNÜKlerse evlerinde yaşıyormuşçasına kendilerinden emin yaşarlar. İnançları o günlerin inançlarıdır. Düşünceleri de öyle. Olaylara egemen olarak yaşadıkları için zaman filan istemezler... Her zaman her şeyi yapabileceklerine inanırlar. Bu yüzden yüzeyseldirler...

3. Bu iki tip birbirlerini kesinlikle anlayamazlar. Her biri diğerini değersiz görür. Biri için diğeri yüzeyseldir. Diğer içinse öbürü gereksiz yere zaman harcayan, çekingen ve beceriksiz...
IV
1. Jung, varlık gösteren sözcüklerle konuşuyor: 

Mutfak kapısının önünde kapıyı tırmalaması ve miyavlamasıyla kedinin varlığını duyurmasındaki gibi durum: Ruhumuzda doğuştan bulunan arketipler de davranışlarımıza ve bilinçli yaşamımıza çıkmağa çalışan varlıklar sanki...

Olay dilini kullanmayı yeğlemiş bugünün bilginlerine, ya da bilimden yana olanlara ters gelen bir konuşma tarzı bu...

2. Öte yandan Jung; insanlar arasındaki ortak yaşantılara bakarak onların doğuşla geldiğini ve ecdadımızın deneylerinin ürünü olduğu sonucuna varıyor; bunları başka türlü yorumlamak olası değilmiş gibi... 

Aynı olayları dille taşınan deneyler, ya da dillerdeki ortak yanlar olarak da görebilirdik sanıyorum...

Ortak tavırları, belli durumlara uymak için yaratılmış araçlar olarak düşünürsek, bunların dil aracılığıyla taşındığını, aynı durumlarda yeni kimseler tarafından da bulunabileceğini düşünürsek; sanıyorum Jung'un çalışmalarını sürdürebiliriz...
V
1. Artık persona ve gölge konusunda tam olarak konuşabilecek durumdayız; onlardaki her şeyi tanıyoruz...

Gölge şöyle oluşur: 
Kişiler çevreden gelen baskılar yüzünden ve bazı şeylere ulaşabilmek için, kendilerinden istendiği gibi davranırlar. Sosyal rollerine uymayan yanlarını ise bilinçdışına iterler. Toplumsal rollerimizden oluşur persona; gölgeyse personanın kabul etmediklerinden.... Bu bir.

Sonra; kişi en güçlü yetisini kullanır yaşamı sırasında; diğerlerini derece derece daha az kullanır ve en az kullanmakta olduğu yetiyi ise kullanmamak gerektiğini yaşar. Kötü görür bu yetileri ve bilinç dışına iter . Bu yüzden, kişilerin değer verdiği yetiden oluşur Persona; diğer yetiler ise Gölge'ye itilir. Bu iki.

Eğer dışa dönükse kişi içe dönüklüğü kötü görür ve onu da gölgesine iter. İçedönük de tersini yapar bunun... Bilinçaltını oluşturan üçüncü harekettir bu da...

Bir de nedensiz vazgeçiverdiklerimiz vardır bilinçdışında: Nedensiz olarak kırmızı rengi seçmeye başlamış olab

iliriz. Kurufasulyeyle pilav en seçtiğimiz yemek oluvermiştir... Buna karşılık acı yiyecekler kesinlikle yemediğimiz şey olabilir...
Bunların tersinin kötü olduğunu söylemeyiz. Yetilerimiz ve toplum içindeki rollerimizle de ilgisi yoktur... Bu üçüncüydü.

Yeniden diyelim: Kabul ettiğimiz toplumsal kişiliğimizdir Persona... Beğenmediğimiz, kabul etmediğimiz, alışkanlıklarımıza ters düşen yanlarımızsa Gölge'yi oluşturur:
Kişisel bilinç dışımızdır gölgemiz. Ve bu üç nedenle oluşur.
VI
 1. Şu çok önemli PERSONAnın kabul etmediği, karşı çıktığı, durdurmağa çalıştığı, (derece derece) bilince çıkmasını önlemek istediği bilinçdışıdır GÖLGE.

Bu kişisel bilinçdışının dışında kalan bir bilinçdışımız daha var. Evrenseldir bu alan. Bilincimizin hiç farkında olmadığı; bu yüzden de baskı altında tutmağa çalışmadığı bir alandır.
Bunlar potansiyel yaşam birikimi olarak saklı dururlar:
Ancak önemli krizlerin yaşandığı durumlarda sorunlarımızı çözmek için etkin olurlar.
Bunlar da gölgede yer alırlar.
VII
Jung'a göre iki tür hareket var: 
Bunlardan biri bilinçten bilinçaltına doğru; diğeri bilinç altından bilince doğru.

1. İçe ve dışa doğru olan hareket birbirini ödünler: Karşılaşılan sorunlarla birlikte bilinç uyanır ve dışa doğru bir hareket oluşur. Kapı çalınmıştır, elektrik kesilmiştir, ya da bir soru sormuştur arkadaşınız... Bu durumlarda, kendi dünyanızdan çıkarsınız. Bilinç bilinçdışını ödünlemek için öne çıkmıştır. İlkel ve doğal tepkilerle karşılayamayacağınız bir durumu yaşamaktasınız çünkü...
Ama varsayın iş yerinde karşılaştığınız sorunlarla uğraşmaktasınız. Olaylara bilinçle baktığınızda herşey yolunda... Ama adını koyamadığınız birşeyler eksik yaşamınızda... İşleri yoluna koymak amacıyla yaptığınız her gayret daha da artırıyor hoşnutsuzluğunuzu. Adını koyamadığınız (gölgenin görmenizi engellediği) ihtiyaçlarınız sizi zorlamakta demektir. İşte bu durumlarda gölgeniz harekete geçer. Davranışlarınız, duygularınız, hafızanız üzerinde etkin olmaya başlar. İçe yönelik hareket başlamış demektir. Dalgınlığınız artar, tanıyamadığınız şeyler yapıp söylemeye başlarsınız, size yakışmayan tarzda davranır olduğunuzu söyleyebilirsiniz. Ama savaşmasanız, anlayabilseniz; bilinçdışınız size yardım etmeye çalışmaktadır. Ama çoğunlukla bizler bu durumda bir terapiste, ya da bir doktora gideriz.


2. Bilinçten bilinçaltına doğru olan hareket güçlüyse eğer; bilincin kötü görmesi ve engellemesinin sonucu, gölgemizdeki arketipler kendilerini ifade edemezler. Ancak fırsat bulduklarında, bilincin zayıfladığı anlarda çıkabilirler ortaya. Onların kendilerini gösteriş biçimlerine baktığımızda PERSONA ile GÖLGE arasındaki çekişmenin izlerini görebiliriz. NÖROTİK DAVRANIŞLAR bu tür bir baskının sonucudurlar.
Bu durumlarda bilinçdışından gelenler çok ilkel biçimlerde (personanın medeni, aklıbaşında ölçülerine uymadan) ortaya çıkarlar: Vurarak, ağlayarak...

3. Bir de; bilinçaltından bilince doğru olan hareket çok güçlü olabilir. Bu durumda bilinç (persona) EVRENSEL BİLİNÇALTINdan gelen ARKETİPLERin farkında değildir. Onları gerçekliğin bir parçasıymış gibi yaşamaya başlar.Bu tür kişiler, aramızda başka dünyalarda yaşıyor gibidirler. Arketiplerin bilincin baskısına hiç uğramadan bilince çıkmalarına Jung ŞİŞME diyor. Bu, PSİKOZLULARın yaşantısıdır....
VIII 

1. PERSONA ile GÖLGEmiz arasındaki çatışmanın üstesinden gelmek BEN'in işidir. Ben; Persona ile Gölge arasındaki çekişmeyi tehlikesizce geçiştiremiyecek olursa nörotik kişiler çıkar ortaya. İYİLEŞTİRMEK; personanın, gölgenin bilince çıkmasını hoş görmeyi başarmasıyla olur. Gerçi gene beğenilmez bu yanlarımız ama hoş görülürler... İyileşmeyle gölgedekilerin belli ölçüde (sağlıklı kalmamızı sağlayacak ölçüde) yaşanmasına izin verilmeye başlanmıştır...

2. Nörotik kişilerdeki çatışmalar insanların ilk otuz, ya da kırk yılları içinde görülür. Amaç çevreye uyabilmektir. Başarılı olmaktır. Ve bu dönemin sorunları çoğunlukla da cinseldir.

3. Otuz kırk yaşlarından sonra; özellikle de çevreye uymayı iyi başarmış başarılı kimseler arasında, yeni bir durum yaşanmaya başlanabilir: yaşam anlamsız görünür. Can sıkıntısı, bezginlik yaşanır.
Bu durum ancak BÜYÜME ile geçiştirilebilir. Kişi bilinç dışına ulaşırsa (evrensel bilinçdışına), onları kabul eder, persona için tehlike olmayacak biçimde karşılayabilirse, bu BÜTÜNLÜĞÜ kurabilirse yaşamında, BİLGECE bir yaşam gerçekleştirmiş demektir. Bilgece mutluluk onundur artık...

4. Jung, BÜTÜNLEŞMEyi sağlayan yetiye (yanımıza) ÖZ diyor