Yazılar

Zen Budizmi


Kaynak kitaplar:

Zen Budizmi, İlhan Güngören
Zen Budizmi Yolu, Eugene Herrigel
Yay ile ok atışı sanatında Zen, Eugen Herrigel
  
            İlhan Göngören, daha çok teorik yanı üzerinde duruyor. Eugene Herrigel ise, bir zen okçuluk okulunda beş yıl eğitim görmüş ve diploma almış biri. 'Yay ile Ok Sanatı' adlı yapıtında okuldaki yaşadıklarını anlatıyor. Zen Budizmi Yolu'nda ise Zen'le ilgili bilgiler verilmekte. Yalnız bu bilgiler yaşantıya dönük daha çok. Bir zen okulunda öğrenciler neler yapar? Öğretmeniyle ilişkileri nasıldır? Ne yönde nasıl gelişir? v.s.

            Bu arada şunu belirtmeliyim: Eugene Herrigel'in kitapları çok kötü çevrilmiş. Örnek olarak "It'i" 'Bilinçaltı' olarak çeviriyor türkçeye Sedat Umran...

            Ben, elimden geldiğince, kendimden bir şey katmadan özetlemeğe çalışacağım; amacım bu. Ama bazı şeyleri anlaşılır duruma getirmem için araya girmem gerekti... Gördüğüm yanlışlar üzerinde ise hiç durmayacağım. Sonunda okuduğum kitaplardan bir bakıma çok uzaklaştığımı gördüm. Sentez ve yorum bütünüyle benim.


            "Mahayana'nın kendi kökeni konusunda anlattıklarına bakacak olursak, Mahayana öğretileri, Budha'nın çok yakını olan öğrencilerine özel olarak öğrettikleri şeyler, yöntemlerdir. Yüzlerce sene sonra düzülmüş değil de, doğrudan aktarılmış gibi bir anlatım içinde sunulmuştur. Mahayana'nın savunusuna göre, Budha, bu öğretileri, hazırlıkları bu öğretileri özümleyecek düzeyde olmayanlara açıklamayı doğru bulmamış. Yalnız belirli öğrencilerine vermiş."
(Zen Budizm 109)  

            Mahayana Budizmi, Budalığa erenlere 'Bodhisattva'; Hinayana Budizmi ise Nirvanaya ulaşanlara 'Arhat' diyor.
(Zen Budizm 111)

I
İKİ BUDA

            Budizm çok eskiden beri iki kola ayrılmış durumda. İlhan Göngören şöyle anlatıyor bu iki ayrı Budizmi:
            "Bu kollardan birincisi, Budizmin başlangıçtaki biçimine bağlılığını büyük ölçüde bırakmayan Güney Budizmi de diyebileceğimiz THERAVADABUDİZMİ'dir. Theravada budizmi; Seylan, Burma, Tayland ve Kamboçya'da yaygın olan Budist mezhebi. Kuzey Budizmi diye de adlandırabileceğimiz, MAHAYANA BUDİZM'i Tibet, Çin, Kore ve Japonya'da yaygın olan Budist mezhebi. Mahayana Budizm'i Theravada Budizmi'nden farklı olarak Budizmin başlangıçtaki özgün biçiminden giderek farklılaşmış ve gelişmesini sürdürmüştür.

            Mahayana sözcüğü, büyük bağımsızlaşma yolu anlamına gelir. Bu tür Budizmi benimsemiş olanlar Theravada Budizm'ine biraz yukarıdan bakarak, küçük bağımsızlaşma yolu anlamında HİNAYANA BUDİZMİ adını verirler."
(Zen Budizm 18)

            "... Budizm'le ilgili kutsal yazılar iki bölükte toplanabilir: Birinci bölük, ....... Theravada Budizm'i ile ilgili, Sakyamuni Buda'nın anadili olanPali dilinde yazılmış kutsal yazıları bir araya getiren PALİ CANON. İkinci bölük; Sanskrit, Tibet, Çin derlemelerinden oluşan Kuzey Okulu derlemesi, ya da Mahayana Derlemesi (CANON OF THE MAHAYANA)" (Zen Budizm 85)

            Pali derlemesi daha eskidir. Ama bu metinler bile Buda'nın ölümünden üçyüz yıl sonra toplanabilmiştir. "Mahayana Derlemesi'ne gelince İsa'dan sonra, birinci yüzyıldan sonra derlenmeğe başlandığı saptanmaktadır."
(Zen Budizm'i 85)

            Buda'nın aydınlanmasından sonraki ilk vaazını, bu iki kaynak birbirinden çok ayrı anlatıyor:

            Pali derlemelerine bakılacak olursa, Buda sistemli çalışan bir kafaya sahip bir filozoftur: Veda'lardaki inançları anlamıştır, düzene koymuştur, onlarda katılmadığı yanı açıkça belirtmiştir. Düşüncelerini de düzenle anlatmıştır. Konuşan ve düşünen bir Buda vardır karşımızda.

      Mahayana kutsal metinlerine göre ise şöyle anlatılıyor ilk vaaz: "Düşüncelerini ortaya koymak için uzun boylu açıklamalara girişmemiş" Buda. "Keşiş olmayan öğrencilerden birinin sunduğu çiçeklerden bir demet almış eline. Dudaklarından hiç bir söz çıkmamış. Hiç kimse bunun anlamını anlamamış. Yalnız ihtiyar bilge Mahakasyapa anlamış. Buda'ya dönüp hafifçe gülümsemiş. Böylece bu sözsüz ama çok anlamlı öğretinin içeriğini kavradığını belli etmiş. Bunun üzerine de Buda 'Ey' Sayın Mahakasyapa; şu anda sana ancak aşkınlıkla erişilebilecek değerli manevi hazineyi veriyorum."diyerek çiçek demetini sunmuş."
(Zen Budizmi 132)
                       
            Buda'nın verdiği çiçek demetinin ne özelliği vardı acaba? Bir başka biçimde yeniden sorayım: Buda çiçekleri Mahakasyapa'dan başka birine verseydi, gene 'aşkınlıkla erişilebilecek manevi hazineyi' ona iletmiş olabilir miydi? bir başka Zen hikayesi anlatacağım, sorularla belirtmek istediğimi iyice ortaya koyabilmek için:
             "....Konfiçyusçu şair ve devlet adamı Huang-shan-ku ünlü Hui Tang'a başvurup Zenin öğretisini kendisine vermesini istemiş. Hu T'ang demiş ki: 'Konfiçyuscu yazılarında senin de çok iyi bildiğin bir bölük var. İşte Zen'in öğretisi o bölüm içindeki sözlerdir.' ..... o sözler şöyle: 'Sevgili öğrencilerim' Sizlerden saklayacak hiçbir şeyim yok.'
          Bu sözler üzerine aklı karışan Huang-shan-ku bir yanıt vermeye çalışmış; ama Hui-T'ang 'Hayır! Hayır!' diye sözünü kesmiş. KONUŞTURMAMIŞ.
             Bir kaç gün sonra ikisi kırlarda geziyorlarmış. Yabani defneler baştan başa çiçek açmışmış. O buruk defne çiçeği kokusu her yanı sarmışmış. Hui-t'ang: 'Kokuları duyuyor musun?' diye sormuş. 'Evet.' diye yanıt alınca da 'SENDEN SAKLAYACAK HİÇ BİR ŞEYİM YOK.' demiş.  Bu söz de Huang-shan-ku'yu satori'ye götürmeye yetmiş.

            Demek; bir Budist'in bize göstereceği, vereceği yeni bir şey yok. Aydınlanmış bir kişi de, aydınlanmamış olanı da aynı dünyada yaşarlar. Biri diğerinden daha çok bir şeye sahip değildir. Herkes çiçeği görür, kokusunu duyar.
            Önemli olan, aynı şeyler karşısındaki yaşantılarımızdadır: Budha ve Mahakasyapa aynı şeyi yaşamışlardı çiçek karşısında. Ve birbirlerinin yaşadığının farkındaydılar. En önemlisi, aynı çiçek karşısında olan diğerlerinin tanıyamadıkları bir yaşantıydı bu. Düşüncemizi daha ileri götürmeden çıkardığımız sonucun altını bir kez daha çizelim: Önemli olan (yaşayanların birbirlerinde gördüklerinde tanıdıkları) yaşantıdır.

            Budizmi biliyorsak, Buda ile Mahakasyapa arasında olanları anlayabiliriz. Bütün söylenenler, olup bitenler, yaşadıkları anlamdır bizim için. Budist teori bunları açıklamamız için gerekli temeli verir ama; Buda ve Mahakasyapa'nın ne yaşadığına gelince bilmeyiz bunu; aydınlanmamış kişileriz çünkü. Onların yaşadığı şeyi hiç bir zaman yaşamadık. Budist teori böyle bir yaşamın değerini, teorik temelini, hangi durumlarda nasıl ulaşılacağını anlatsa bile bilemiyoruz aydınlanmayı yaşamayı...

(Zen Budizmi, İlhan Güngören - Zen Budizmi Yolu, Eugene Herrigel - Yay ile ok atış sanatında Zen, Eugen Herrigel:  4)

            Az önce yaşantının önemli olduğu sanucuna varmıştık. Şimdi; bu yaşantının Budizmden, Budizm''le ilgili her şeyden de değerli olduğunu söyleyelim:

            "Gökteki ayla ayı gösteren parmağı birbirine karıştırmamak gerekir." (21)Bir Zen özdeyişini anarak konuşacak olursak... Ne var ki; insanların çoğu ayla ay'ı gösteren parmağı (öğretiyle, öğretinin kendisine konu aldığı yaşantıyı) karıştırırlar birbirine... Eğer Buda'nın yaşantısına götürmüyorsa bizi, Budizm de Buda'yla ilgili şeyler de gereksiz ve işe yaramaz şeylerdir. Bu yüzden Zen ustaları sık sık dinle ilgili şeylere karşı saygısızlıkla suçlanmışlardır. Bir iki Zen fıkrası anayım bu konuyla ilgili:

            "Bir Zen usta, tahta buda heykelciğinin önünde eğildiğini gördüğü öğrencisine asası ile vurunca, öğrenci 'Niçin vurdun usta! Buda'nın önünde eğilmek övgüye değer bir şey değil mi?' diye sormuş. Zen ustası: 'Öyle olmaya öyledir ama övgüye değer bir şey yapmaktansa yapmamak daha da övülecek bir şey.' diye karşılık vermiş.
(Zen Budizmi, 24-D. T. Suziki 53)

            Başka biri:
            "T'ang soyu dönemi ustalarından Tan-hsia bir gece bir Budist mabedinde misafir kalmış. Hava da adamakıllı soğukmuş. Tahda Budaheykellerinden birini yakıp ısınmış. Mabet bekçisi Tan-hsia'yı yakalayıp: 'Bu ne cüret! Sen nasıl kutsal Buda'yı yakarsın! diye çıkışınca, bir şey arıyormuş gibi yanan heykelin küllerini karıştırmaya başlamış. Bekçi ne aradığını sorunca: 'Buda'nın kutsal kalıntılarını arıyorum.' diye yanıt vermiş. Bekçi dayanamamış: 'Tahta Buda'da kutsal kalıntı ne arasın.' Tan-hsia bu kere bekçiye; 'Eğer kutsal kalıntı yoksa, geriye kalan şu iki tahta Buda'yı da ver de yakıp ısınayım.' demiş.
(Zen Budizmi 222)

            Bir tane daha:
            "Chao-cnou 'Buda'nın adını ağzınıza alınca iyice ağzınızı yıkayın.' diye öğüt vermiş. Başka defasında da 'Buda'nın olduğu yerde fazla kalmayın, olmadığı yerden de çabuk geçip gidin' demiş."
(Zen Budizm 221)

             Huai-Jang, meditasyon yaptığını gördüğü Ma-tsu'ya 'Oturup meditasyon yapmaktan amacın nedir?' diye sormuş. Ma-tsu Buda'lığa erişmek olduğunu söyleyince, Huai-Jang eline bir döşeme tuğlası alıp onu taşa sürerek cilalamaya koyulmuş. Ma-tsu 'Ne yapıyorsun Usta? diye sorunca 'Ayna yapacağım.' demiş. Ma-tsu şaşarak 'Hiç tuğladan ayna olur mu?' deyiince de 'Hiiç boş oturup meditasyon yapmakla Budalık olur mu?' diyerek soruya gene soruyla yanıt vermiş.
(Zen Budizm 154)
  
II

            Bundan sonra söylenenleri daha açık anlayabilmek için Budist öğretiyi kısaca özetlemek yararlı olacak:

            Pali derlemelerine göre Buda'nın aydınlandıktan sonra öğretisini, daha önceleri birlikte çalıştıkları arkadaşlarına özetlediği anlatılır: Onlara, "varoluşun üç özelliğini, dört saygın gerçeği, nirvanaya götüren sekiz katlı yolu" anlatır.


Varlığın Özelliği

ANIKKA: Varlık durmadan değişir. Varlık değişmenin kendisidir.

DUKHA: İnsan varlığı acı ve ızdırap içindedir. Acıyla yoğrulmuşuzdur. Varlık acı çeker durmadan. (Son söz, öncekileri aşıyormuş gibi görünüyor. Ama Budist için; insanın bütün yaşamını acının sarması, bütün varlıkların da acı çekmekte olduğu anlamına gelir.)

ANATMAN: Böylece Budist öğretideki en önemli yere gelmiş oluyoruz. Atman, bütün varlıkları var eden saf bilinçtir. Buda; varlıkların gerisinde onu var eden ve görünmeyen her hangi bir şeyin bulunmadığını söyleyerek, varlığın (görünenden) yaşanandan ibaret olduğunu ileri sürüyor. Varlığın bundan önceki iki özelliği Upanişadlar tarafından da ileri sürülmekteydi.

Buda, Atman'ın bulunmadığını söylemekle, teorik ve pratik bakımından çok önemli bir ayrılığı dile getirmiş oluyor.
(Zen Budizm 86-96) (143)

         "Huan-Jan, pirlik görevinden çekilmek istediğini, .... bir ardıl aradığını, ve Zen konusundaki görüşlerini kim en iyi dile getirebilirse, pirliği ona devredeceğini söylemiş." Manastırın en gözde öğrencisi" Shen-hsiu hemen bir dörtlük yazarak toplantı salonunun duvarına asmış. Dörtlük şöyle:

Gövde bilgelik ağacıdır,
Zihinse parlak bir ayna.
Onu hep temiz tutmalıdır,
Ta ki, üzeri toz tutmaya.

            "...... ama ertesi sabah uyananlar dörtlüğün yanında asılı başka bir dörtlük görmüşler" Bu dörtlük ahçı yamağı Hui-neng'inmiş:

"Ne bilgelik ağacı var,
Ne de parlak bir ayna.
Yok boşluktan başka bir şey,
Toz nereye konacak?"

            Pirliği bu dörtlük üzerine aşçı yamağı kazanıyor.
(Zen Budizm 143)


DÖRT SAYGIN GERÇEK

            Birinci Saygın Gerçek: Bütün insanların (bütün canlı ve varlıkların) acı çekmekte olduğunu söyler.

            İkinci Saygın Gerçek: (Atmana sahip olmadığı, durmadan değiştiği söylenen) varlıklara yönelik isteklerimizden ötürü acı çekmekte olduğumuzu belirtir. İsteklerimiz olduğu için acı çekmekteyiz, kısacası. Üçe ayırıyor Buda istekleri: a: bedensel olanlar b. para, ün v.s. türünden olanlar. c.manevi olanlar: Tanrıyı memnun etmek, iyi şeyler yapmayı istemek bunların arasında yer alıyor.

            Üçüncü Saygın Gerçek: İsteksiz ve acısız bir yaşamın en temelde bulunan bir yaşantı olduğunu, bütün her şeyin, bu arada acı çekme ve istemenin de bu kaynaktan çıkıp geldiğini söyler bize... Böyle bir yaşamın temelde bulunduğu kuşku götürmez bir gerçektir Buda için: Madem ki; isteklerimiz oduğu zaman acı çekmeye başlıyoruz; öyleyse temelde (isteklerimizin oluşmasından önce) acısız bir yaşam bulunmaktadır. Bütün acılı yaşamların başında (çıkış noktasında), gerisinde sakin, mutlu, acısız bir yaşantı var. isteklerimizden kaynaklanan acılar perdelediği için farkında değiliz bu kendiliğinden mutlu yaşamın (Nirvana'nın)

            Dördüncü Saygın Gerçek: Aslında sahip olduğumuz Nirvana yaşantısına inmenin tek yolunun Buda'nın söylediği sekiz yol olduğunu bildirir. Tek yoldur bu... Bu yollardan sırasıyla geçmedikçe mutlu bir yaşam olanağı yoktur biz insanlar için.
             Bu sekiz yolun neler olduğunu şimdilik söylemeyeceğim. Ama bir şeyi daha belirtmem iyi olacak; daha ilerilere gitmeden:

            Mutlu bir yaşamdan başlayıp, isteklerden geçerek acı dolu bir yaşama nasıl varıldığını kısaca söyleyelim.

             İsteksiz ve acısız bir dünyada yaşayan insan; yaşadıklarını parçalar, her bir parçanın geçici olmayan bir varlığa sahip olduğunu düşünür.
Bütün varlıkları tek tek adlandırır, adları kullanarak düşünür. Bu bütün insan zihinlerinin yaptığı şeydir: Varlıkları parçalamak adlandırmak ve adları varlıkların yerine koymak. İşte insan zihninin bu türden çalışmaları sonucu olarak çoklar dünyasında yaşamaktayız.
            Daha sonra, tüm insanlar parçalayıp ortaya çıkardığı şeylerle duygulanmalar yaşamak ister. Daha doğrusu duygulanmayı istediğimiz için parçaladığımız şeyleri bu amaçla kullanırız. İstek ve amaç insan zihninin kendi yaşantısına sonradan kattığı şeylerdir. "Sevdiğimiz şeyleri kaybetmek, sevmediğimiz şeylerden kurtulamamak" acı çekmeyi doğurur.
             (Samyutta Nikaya 421 - Alan Wats, The Way of Zen 66 - Zen Budizm 92)

             Artık acısız, mutlu bir yaşama nasıl ulaşabileceğimizi söyleyebiliriz: Varlığı parçalamamak, dili kullanmamak, düşünmemek, istememek gerekmektedir mutluluk için.

             Bütün güneyli budistlerin amacı budur: Yaptıkları her şey, bu arada meditasyon düşünmemek, parçalamamak, istememek uğraşıdır.

              Pali derlemeleri yapılacak şeyleri yukarıdaki gibi belirledikten sonra bırakmıştır. Bu amaçla çalışmalara başladığımızda karşılaşacağımız pratik ve teorik güçlükler üzerinde durmaz bu kutsal metinler. Mahayana kutsal metinlerinin amacı ise işte budur: Mutluluk uğraşı sırasında karşılaşacağımız güçlükleri çözecek yollar bulmak.



TEORİK GÜÇLÜKLER

              Parçalanmamış, isteksiz, acısız bir dünya özleyen kişi isteklidir ve dünyasını parçalamaktadır. Böyle bir uğraşın isteksiz, parçalanmamış mutlu bir yaşama ulaşması olanaksızdır.
              Hintli Budist filozof Nagarjuna : 'Hiç bir şeye sarılıp tutunmağa çalışmayacaksın. Hatta nirvanaya bile tutunmağa çalışmayacaksın. Çünkü tutunulabilecek, sarılabilecek hiç bir şey yoktur.' 'Her şeyin boşluğu, ikilikçi karşıtlar düzeyinin dışındadır.'
(Zen Budizm 114)

            Böyle bir anlayış; kurtuluş isteğiyle, başka hiç bir şey yapmadan (düşünmeye son verme ve istekleri öldürmek için yalnızca) öyle durmanın (yanimeditasyonun) hiç bir işe yaramıyacağına inanır:

            Bir Zen şiiri:
"Bir şey yapmadan sakin sakin otur;
Nasıl olsa bahar gelir, otlar da büyür."

            "Düşünceler, eğer bilgeliğimizi kullanabilirsek, kendiliklerinden gelir giderler. Bu yol doğal olarak zihni bağımsızlaştırma yoludur. Buna 'Prajna Samadhi' (Bilgelik, içgörü ile, sezgi ile ulaşılan aşkın bilinç)
            adını verebiliriz. Düşüncenin yokluğu  uygulaması (Wu-Nien), budur. Ama siz hiç bir şey düşünmüyorsanız, ya da bir yöntemle zihni bir düğümle sımsıkı  bağlayabiliyor da anında düşüncelerin zihne girmesini önleyebiliyorsanız, bu kaba, duygusuz bir yöntemdir.
            "Zihni, dupduru bir boşluğa getirinceye kadar yoğunlaştırmak meditasyon değil, onu bozmaktır. Gövdeyi öyle çok uzun zaman hareketsiz tutmaktan Drahma'ya nasıl bir yarar gelebilir?"
             (Zen Budizm 146)
            Hui-Neng'in Kürsüden Vaa'zlar adlı yapıtından şu sözler:
            Hisiang-yen ustası ölünce, Kuei-shan'ın öğrencisi olmuş. Usta, ölümün nedenini ve annesiyle babası kendisini tohumlamadan önce yüzünün nasıl olduğunu sormuş. Uzun uzun araştırır öğrenci. Bulamayınca da öğretmeninin cevaplandırmasını istemiş. Ustanın karşılığı şudu: "Gerçekten sana anlatabileceğim bir şey yok. Uğraşsam bile kendimi gülünç duruma düşürmekten fazla bir şey yapamam. Sonra sana ne söylesem hepsi benim anlayışımın ürünü olarak kalacak. Hiç biri senin anlayışının yerini tutamaz."
(Zen Budizm 193)

PRATİK GÜÇLÜKLER

            Sonra; dil bozan bir unsursa, konuşmadan başka bir yol bulmak gerek...

            Teorinin gösterdiği doğrultuda pratiğin ortaya koyduğu güçlükleri çözme yolları çok önemlidir Mahayana Budizm'i için. Bunlara UPAYA adı veriliyor.

            Zen Budizm'ini daha geniş anlatmaya başlamadan önce Zen ve Hihayana Budizmi için söylediklerimi özetlemek istiyorum:

1.         Önemli olan Buda yaşantısıdır. Teori bir araçtır yalnızca. Araca araç olmaktan daha büyük bir değer verilmemelidir. Budist öğreti ve davranışlarına yönelik her türlü saygı isteğine karşıdır Zen.

2.         Kurtuluş isteği de dahil bütün istekleri bırakmadan yapılan her uğraşın başarıya ulaşması olanaksızdır.

3.         Kurtulmak isteyenlerdeki her türlü isteği ve düşünmeyi bıraktıracak bir takım pratikler ve yardımların bulunması gerekir. 

             Zen'le ilgili yeni şeylere geçmeden önce bir de şunu belirteyim: Mahayana Budisti, her şeyi bırakan bir kurtuluş isteğine karşıdır. Bu yüzden onlar çoğunlukla günlük uğraşlarını da sürdürürler. Buna bakıp bu tür yolun daha kolay bir yol olduğu yaygın bir inanç. Bazıları için de bu dünyaya, diğer Budistlere göre, daha bağlılığın bir kanıtı. Aslında bu iki görüş de yanlış. Günlük yaşam içinde bulunmak güçlüklerden kaçmanın bir sonucu değil hiç bir zaman; teorinin de gösterdiği bir güçlükten kurtulmanın yolu. Üstadının kurtuluşuna yardımcı olması için kolunu kesip atan öğrencininhikayesi de bir kanıt bu söylediğimize. Gene bu budistlerin dünya işleri ile uğraşmaları bu şeylere bağlılıklarının kanıtı değildir; bu dünyayı bırakmanın (acılarla dolu parçalanmış dünyayı kuşkusuz) bir yoludur yalnızca.
  
ZENİN YOLU

            Zen'in önemli sorusu şu: Kurtulma isteği ve uğraşını da bıraktırarak nasıl kurtarabiliriz?

           Gerçeğe ulaşmak amacıyla yapılan her türlü dini ve din dışı uğraşları bırakınca geriye günlük yaşam kalır: Zen üstadı, öğrencilerini günlük işlerini yaparlarken kurtarır: Bir takım soruları çözerken, ok atarken, kılıç kullanırken, çiçek ve resim yaparken...

            Bu tür öğrenimdeki temeli, öğrenim sürecini anlatayım şimdi de:
1.      Nefes almayı ve gevşemeyi öğreten meditasyon ve yoga çalışmaları yapılırken....

2.       ....herhangi bir işi yapmak alışkanlık haline getirilir. Öğrenci bu tür çalışmalarla o işi kendiliğinden yapıyormuşçasına  öğrenir. Sanki o işi yapan kendi değilmiş gibi yaşar. Bütün bu çalışmalar sırasında öğretmen her türlü amaçlı planlı uğraşı cezalandırarak durdurur.  (Alışkanlık)

3.       Bu iki uğraşı birleştirir. Bir yandan da yapılmakta olan teorik eğitim, (meditasyon ve yoga yoluyla kazandırılmış hipnotik duruma benzeyen rahatlık ve gevşeme aracılığıyla) iş yaparken etkin olur ve teorinin beklediği yaşantıyı yaşar öğrenci.


Bu söylenenleri, yeniden, biraz daha ayrıntılı olarak anlatacağım :

            ZAZEN (meditasyon): Zen, meditasyonla aydınlanmanın gerçekleşeceğini inanmaz ama, meditasyon onlar için de aydınlanma için gerekli araçlardan birisidir. Bütün Zen okullarında meditasyon eğitimi yapılır.
            KELİME ANLAMI: Sanskrit 'Dhyana' sözcüğünden gelir bu sözcük... Gerçi Çin alfabesi yazılması sonucu 'Channa', Japon alfabesiyle yazılması sonucu 'Zenna' olarak söylenişinden kolay kolay tanınamıyacak bir duruma gelmiş.
(Zen Budizm 104)
AMAÇ VE YAPILIŞI: dünyayı parçalamaya, dili kullanmaya, düşünmeye son verme ve istekleri yok etme uğraşı... Ama Zen için,
(Zen Budizmi, İlhan Güngören - Zen Budizmi Yolu, Eugene Herrigel - Yay ile ok atış sanatında Zen, Eugen Herrigel:  10)


            "Düşünmemek gene düşünmektir.
            Ben düşünmeyeceğim diye düşünmektir."
(Zen Budizm 169)

            Ayrıca isteklere son vermeyi istemek de bir tür istemekti...
            Bu durumda Zen'in teklifi, "Düşüncelerin kendiliklerinden gelip gitmesine izin vermek." Bu yolun "doğal olarak zihni bağımsızlaştırdığına inanırlar.

            Eugene Herrigel, okçuluk sanatını öğreten bir zen okuluna beş yıl gitmiş ve orasını bitirmiş. Onun meditasyonla ilgili söyledikleri meditasyonun fonksiyonunu anlamamıza daha çok yararlı olabilecek. Anlattıklarına göre, zazen çalışmaları, bir NEFES iki GEVŞEME ile ilgili çalışmalar.

             Soluğun alınıp verilişi; büyük bir dikkatle izlenir. Bu çalışmalar sırasında soluğun alınıp verilişinin kendiliğinden olduğuna dikkat edilmelidir. Kişi herhangi bir amaçla soluk alıp verişinde bir değişiklik yapmağa çalışmamalıdır. Böyle bir çalışma sırasında soluk alıp verişin kendiliğinden yavaşladığı söylenir. Her soluk alma ve verme "bilinçle" yapılmalıdır. Hatta başlangıçta sayılır (soluk alışlar). Soluk verişi kuvvetli yapılmalıdır. Çünkü soluk veriş kişiyi kendisinden çözer. Soluk veriş ne ölçüde başarıya ulaşırsa, kişi dış etkilere karşı o ölçüde bağışıklı hale gelir.
(Zen Budizmi Yolu 17)
            "Soluk alışa yöneltilen konsantrasyon" ne ölçüde derinse dış tahrikler o ölçüde silinir. Bulanık, belirsiz bir hışırtıyla dibe giderler. ..... tıpkı, bir kez alışıldıktan sonra artık duyulmaz olan denizin sesi gibi..."
(Zen Budizmi Yolu 110)

            Gevşeme: "Soluk veriş tam bir gövdesel gevşemeye götürmelidir." Soluk alıp vermenin başarılı olması durumunda, dış uyarıcılar duyulmaz olur. Beden duygusunda bir çözülme yaşanır. Bunlarla aynı zamanda "bir gevşeme cereyan eder."
(Zen Budizmi Yolu 17)
            Soluk alıp verme ve gevşeme istendiği gibi başarılabilirse "geçirgen olmayan bir örtüyle yalıtılmış gibi bir his duyulur."
(Zen Budizmi Yolu 110)

            "Rahatsız edici duygu ve düşünceler".... bu kendi içinde kalışın güzel durumu ... ne yazık ki sürekli değildir. İçten gelen tehlikeler bu huzuru yok edeceklermiş gibi görünür. Hiçin içinden doğarcasına bir takım ruh durumları, duygular, dilekler, tasalar, düşünceler anlamsız bir karışımla ortaya çıkarlar. .... Dikkatin erişemiyeceği alanlara kadar gidişin öcünü alıyormuş gibidirler. Bu güçlükler; dingin ve aldırışsız soluk alıp vermelerle, onlarla dostane bir alış veriş içine girerek, kendilerine kayıtsız bakmayı öğrenerek" yenilebilirler. (Davranışçı  tedavi ile ilgisi açık)

            Uyku Hali: Bu gibi uğraşlar sırasında "uykulu hale benzer bir duruma ulaşılır." Uyumaktan ve bu uykulu durum içinde kalmaktan "kesinlikle kaçınılmalıdır. Ona; Konsantre oluşun kendine özgü birdenbire sarsılışıyla karşı çıkılır. Bu sıçrama; Geceyi uykusuz geçiren ve yaşamasının bütün duygularının uyanık olmasına bağlı olduğunu bilen kimsenin ani sarsılışına benzer. Ve bu sıçrama birkez başarıya ulaşırsa güvenle tekrarlanabilir"
(Zen Budizmi Yolu 111)

            Uyanıklık hali: "Birden sarsılma"sayesinde ruh, kendiliğinden, kaygısız bir kendi içine salınışa kavuşur ki, bu güçlendiriliş sayesinde "sadece ender düşlerde yaşanılan" duyulmamış hafifliğin ve mutlandıran kesinliğin duygusuna ulaşılır. Her istenen yönde enerjiler uyandırmak, kademelendirilmiş bir intibakla gerilimleri artırmak ve çözmek yeteneği elde edilir.

            Uyanıklık Haline Bir kaç Saniye içinde Geçme Alışkanlığı:
(Zen Budizmi Yolu 112)

            Pratik Çalışmalar Sırasında (Ok atmada, verilen bilmecenin çözümü çalışması sırasında v.s.) bu yaşantının canlandırılması:
(Zen Budizmi Yolu 112)



GÜNLÜK YAŞAM VE PEŞİNE DÜŞÜLEN BİR İŞ

1.       Bütün Zen öğrencileri ibadetin ve teorinin küçümsendiği ve buna karşılık alelade günlük işlerin yüceltildiği bir ortamda yaşar. Teorinin ve ibadetin nasıl küçemsendiğini gösteren örnekler vermiştik. Buna karşılık günlük işleri nasıl büyük önem verildiğini gösteren bir iki örnek vereyim:

"Ne kadar eşsiz, olağandışı bir şey bu!
Bu ne mucize!
Kuyudan su çekiyorum, odun taşıyorum."
                                                         (P'ang) :
(Zen Budizmi Yolu 118)


            "Genç bir keşiş T'ang soyu döneminin en güzel ustalarından Chao-Chou'ya Zen'in öğretisi konusunda aydınlanmak istediğini söylemiş. Usta buna karşılık 'Kahvaltı ettin mi?" diye sormuş. 'Ettim Ustam.' yanıtını alınca da Cha-chou 'Öyleyse git kapları yıka.' diye öğüt vermiş."
(Zen Budizm 185)

            "Bir gün bir Zen ustasına öğrencisi 'Gerçeğe götüren yola nereden girebilirim?' diye sormuş. Usta 'Şu uzakta akan derenin şırıltısını duyabiliyor musun?' diye sormuş. 'Evet.' yanıtını alınca da 'İşte oradan girebilirsin.' diye eklemiş.
(Zen Budizm 195)

            Bir Zen ustasına 'Zen nedir?' diye sormuşlar. Usta 'Sizin her günkü yaşamınızdır.' diye cevap vermiş.
(Zen Budizm 28)

            "Dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında yaşamış Zen ustalarından Mu-chou'ya öğrencilerin biri 'Hergün giysilerimizi giymek ve yemek yemek zorundayız. Kendimizi bundan nasıl kurtarabiliriz?' diye sormuş. Mu-chou, 'Giyiniyoruz, yiyoruz' diye karşılık verince öğrenci 'Ustam sizi anlayamıyorum.' demiş. Mu-chou 'Madem ki anlayamıyorsun öyleyse, giysini giy, yemeğini de ye.' diye öğüt vermiş."
(Zen Budizm 220 - Suzuki, Essays in Zen Buddhism)

2.      Öğrencinin: (meditasyon çalışması ve teorik eğitimin, önem vererek günlük işleri yapmasının yanı sıra) Bir şey üzerinde ısrarla durması istenir: Bu şey çözülecek bir soru (Koan), ok atmak, kılıç kullanmak, çiçekleri düzenlemek, resim yapmak olabilir.Kendisine verilen iş veya soru onun için hayat memat meselesi haline getirilir.

            Kendisine "Mahayana adını uygun görmesinin nedeni, Nirvana'ya ulaşmayı gerçekleştirmek için geliştirdiği yöntemlerin (Upaya) çokluğu ve zenginliğidir. Bunlar arasında Nagarjuna'nın insan zihnini her türlü saplantıdan arıtmak için geliştirdiği son derece ince diyalektikten tutun da Tantrik Budizmin zihinde etkin bir gücü olan sihirli sözleri bir teviye tekrarlayıp durmak (Mantra), ya da içten içe bağlantı duyulan bir kadınla yapılan seksüel uygulamalar gibi teknikleri sayabiliriz." (Tantrizm, güç ve verimsiz çilelerle bağımsızlığın kazanılamıyacağını, tutkuları yok etmenin en kolay yolunun, o tutkulara karşı koymak yerine doyurmak olabileceğini savunan doktrindir. Tantriklerin görüşüne göre, bu yolu izleyen kimse için şehvete izin vardır. İnsan eti dahil her eti yiyebilir. Her hayvanı öldürebilir. Yalan söyleyip, hırsızlık, zina yapabilir. Yeterki bu davranışlar zihinde bir bağımlılık yaratmasın. Bunun için de zihnin gizli olanaklarından yararlanmayı, ya da esrimeye dayalı özel teknikler uygulamayı önerir.)
(Zen Budizm 110- Mircea Eliade, Le Yoga, 208)


3. Üstad, öğrencisiyle, öğrencisi kendisini kurtarılması gereken bir durumdaymış gibi yaşarsa ilgilenmeye başlar. Kendisini çaresiz ve yardıma muhtaç hissetmeyene yardımın ne anlımı olabilir ki...:
            Herrigel, yayı gerişiyle öğretmeninin neden ilgilenmediğini sorar birine. Aldığı karşılık şudur: "Onun size attığı cankurtaran simidini yakalamaya hazır olmadan önce, kazaya uğramanız gerekiyordu."
(Herrigel, Zen Budizmi Yolu; 103)


4.       Sorun bir şeyi başarmaksa, öğretmen o şeyi öğrencilerinin karşısında hergün, sık sık yapar ve onlara örnek olur.

            Bir ressamın öğrencilerine nasıl örnek olduğunu Herrigel şöyle anlatıyor: Ressam, öğrencilerinin karşısında yerini alır. Fırçalarını özenle hazırlar. Çini mürekkebini dikkatle
            ufalar. Önündeki altlığın üzerinde duran uzun, dar kağıt çizgisini düzeltir. Hareketsiz durur bir süre; konsantrasyon durumudur bu. Sonra seri, muhakkak surette isabetli çizgilerle, hiç bir düzeltişe elverişli olmayan, ve gerek de görmeyen, öğrencilerine örnek olacak bir resim meydana getirir. ..... Üstadlar .... yalnız başlarınaymışlar gibi davranırlar. Başlarını kaldırıp, öğrencilerine bir kez bile bakmazlar. Bir tek söz söylemezler."
(Zen Budizmi Yolu 114, 115)
            Resim yapmakla ilgili hiç bir şeyi yardımcılarına yaptırmazlar. Asistanları yoktur onların.


5.      Çok uzun bir süre öğrencinin yaptığı beyenilmez. Örnek olarak ok eğitimi gören Eguen Herrigel'in atışları dört sene boyunca beyenilmemiştir.

Neden yapamadığını soran öğrenciye ben'den sıyrılması (dünyasını parçalamaması demektir bu), soruyu çözmek için aklını kullanmaması, pratik yollar araştırmaması (düşünmemesi), konuşmanın bir işe yaramadığı söylenir sık sık. Örnek olarak Herrigel oku daha iyi atabilmesi için baş parmağını belli bir biçimde tutması gerektiğini düşünür ve atışını ona göre yapar. Kendi ölçüleriyle atışı iyi de olmuştur. Hocası durur ve bir kez daha atmasını söyler kendisine. Beğenildiğini düşünür ve gene parmağını aynı biçimde kullanarak atar okunu. Hocası gelir, yayını alır ve arkasını dönerek oturur, hiç bir şey söylemeden. Oturuş biçimiyle okuldan atıldığını belirtmektedir öğretmeni. Daha sonra okula yeniden alınması için araya ricacılar girer. Onlara, Herrigel'in kendisini "aldatmaya yeltendiğini" söyler ve "'Büyük öğreti'nin ruhunu incitmeye" söz verecek olursa yeniden ders vermeye razı olur.
(Zen Budizmin Yolu 120).
Ne yapması gerektiğini, neden başaramadığını soran öğrencilere söylenen şeylerden biri de istekliliğini yenmesi, amaçlılığına son vermesidir:
Herrigel'in derslerinden birinde, "Üstad, 'Gerçek sanat amaçsızdır ve maksatsızdır.' diye bağırdı. 'Hedefi vurabilmek için, ok atışını ne derecede ısrarla ve inatla öğrenmek isterseniz, o derecede az başarıya ulaşacaksınız. Ve hedef o ölçüde sizden uzaklaşacaktır. Çok, ama çok istekli olmanız sizin için bir engel teşkil etmektedir.' ....
'Fakat siz, ok atışını bir zaman öldürme ve amaçsız bir oyun olmadığını; tersini ölüm kalım sorunu olduğunu söylemiştiniz.' diye karşı çıktım. 'Bunda kesinlikle ısrar ediyorum' diye karşı çıktı üstad.... "
            Amaçlı atan ve zor kullanan için uçurum kesinleşir ve insan gökle yer arasındaki korkunç orta noktada kalır. (Üstad, bir zen meselesine dayanarak söylüyor bu son sözleri.) 'Peki; ne yapmalı? diye düşünceli sordum. 'Siz gerçek beklemeyi öğrenmelisiniz.' dedi Üstad. 'Bu nasıl öğrenilir?' diye sordum. 'Kendinizden kurtulmakla.' diye cevap verdi. 'Kendinizi ve kendinize ait olanı o kadar kesin olarak geride bırakınız ki, sizden amaçsız gerilmiş olmaktan başka bir şey kalmasın.' 'Şu halde ben amaçlı olarak amaçsız olmalıyım.' diye ağzımdan kaçırdım."
(Zen Budizmi Yolu 108)
            Her atışta hedefi vurmak, ne bir başarıdır gerçekte, ne de amaçlanandır: Bunlar gene üstadın sözleri: "Rastlattığı atışlarını sayan tutkulu kişi için nişan tahtası parçalanan bayağı bir kağıttır. Yay ile ok atışın Büyük Öğretisi bunu sadece bir şeytanlık sayar."
"İsabet ettirmeyi usunuzdan çıkarınız. Her atışınız isabet etmese de, ok ustası olabilirsiniz" (Zen Budizmi Yolu 124)

            "Koan, mondoların derin anlamının çözülmesinin bir görev olarak Zen yolunu izleyen öğrencilere verilmesi ve bulacakları yanıtların ustanın denetiminden geçirilmesi yöntemiydi.
            Koan eğitimi, Çin'de, 12. y.y. da Sung soyu dönemi ustaları zamanında başladı; ama 13. y.y. dan sonra Japonya'da giderek daha sistemli bir duruma getirildi. Koan uygulamasına bugün uygulanmakta olan son ve kesin biçimini veren Hakuin'dir. (1685-1768). Altı grupta toplanan 700 kadarkoan vardır. Tam bir koan eğitimi görmüş olmak için 50 kadar koanı çözmüş olmak gerekli olduğundan söz ediliyor."
(Zen Budizm 196)


6.       Neyin başarı, neyin başarısızlık olduğunu bilmeden; kendisinden ne istendiğini anlayamadan, yıllarca çalışmasını sürdürür öğrenci. Ceza ve mükafat mekanizması işlememektedir kısacası. Öğrenme olayı için çok önemli bu. Beyin yıkama sırasında, sorgu yapılırken kullanılan tekniklerin aynı bu. Uyuma (Hipnotik) güçlüğü yaşayanlara veya uyumak istemeyenlere de buna benzer bir teknik uygulanır; bilindiği gibi.
            Büyük isteği olan kişi ne yapacağını bilemez duruma getirilirken, acımasız cezalar da (veya yalnızca acılar) verilir:
            Ok atma sanatını öğrenmek için çalışan Herrigel'in okuldan atılması da bir örnek olabilir buna. (Ama iyi bir örnek olmasa gerek. Çünkü Herrigel, kendisinden ne istendiğini anlamıştır.)
            Herrigel, Üstadın öğrencileri karşısındaki durumunu şöyle anlatıyor:
            "Üstad, onlara karşı hoşgörüsüzdür, disiplinlidir, serttir, aman vermezdir. En gerçek anlamıyla öğrencisinin hasmıdır. Fakat bu komplekslerden, duygulardan bağımsız olan sertlikten ileri gelen bir iyiliktir. Hatta Zen Budizm tarihden alınmış, üstadın acımasız katılığını ortaya koyan örnekler vardır."
(Zen Budizmi Yolu 15)

            İşte o, örneklerden:
            "Shui-Lao bir yandan mor salkımı budarken ustası Ma-tsu'ya sormuş: 'Bodhi Drahma acaba niçin memleketinden kalkıp Çin'e geldi?' Ma-tsu 'Biraz yaklaş söyleyeyim.' demiş. Yaklaşınca da olan gücüyle basmış tekmeyi. Tekmeyi yiyen Suhi-lao yere yıkılmış. Bir yandan yerden kalkmaya çaşırken, öbür yandan da kahkahalarla gülüyormuş. 'Neye gülüyorsun?' diye ustası sorunca 'Buda'nın öğrettiği gerçekler sayısızdır. Onların hepsini birden ta en derin anlamına kadar birden bire kavradım.' diye karşılık vermiş."
(Zen Budizm 186)

            "Shin-kung, en gözde öğrencilerinden bir keşişe 'Boşluğu tutabilirmizsin?' diye sormuş. 'Tabii tutarım.' deyince: 'Göster bakalım nasıl tutacaksın?'karşılığını vermiş. Keşiş kollarını açarak sarılır gibi yapmış. Usta 'Sen boşluğu böyle mi tutarsın? bak elinde bir şey kalmadı,'  deyince keşiş: 'Peki usta, senin yöntemin nedir?' diye sormuş. Shih-kung keşişin burnunu sıkı sıkı yakalayıp bükmeye başlayınca da canı yanan keşiş 'Ne yapıyorsun Usta! Canımı yakıyorsun.' diye bağırmaya başlamış. Ustanın yanıtı şöyle: "Boşluk nasıl sıkı tutulur sana onu gösteriyorum.'"
(Zen Budizm 186)

            "Bir gün Pai-chang ustası Matsu'yu görmeye gitmiş. O sırada da havada bir yabani kaz sürüsü belirmiş. Ma-tsu sormuş: 'Bunlar ne?' 'Yabani kaz sürüsü efendim.' 'Nereye uçuyorlar?' 'Uzaklara uçuyorlar.' Bu yanıt üzerine Ma-tsu, Pai-chang'ın burnunu yakaladığı gibi şiddetle bükmeye başlamış. Can acısıyla Pai-chang 'Ay! Ay!' diye bağırırken, 'Onlar uzağa uçuyor dedin. Oysa ki onlar en baştan, dünya kurulalı beri buradalar.'"
(Zen Budizm 186)

            "Lin-chi, Huan-po'nun öğrencisiymiş. Hocasına ne zaman bir şey soracak olsa, hocasından sopa yiyormuş. Sonunda dayanamayıp manastırdan ayrılmış, başka bir ustaya baş vurmuş. Huang-po'dan nasıl haksız sopa yediğini anlatmış. Yeni usta 'Sana Hoan-po'nun bir büyük anneye yaraşacak sevecenliğine nankörlük etmişsin, hemen geri dön.' deyince geri dönmüş.
            Ama bu kez, daha sopayı yemeden saldırıya Lin-cihi geçmiş saldırıya. Aslında, Budizm konusundaki öğretisinin fazla bir şey olmadığını söylemiş."
(Zen Budizm 155)

            "Lin-chi bir gün talebelerine şöyle bir va'z vermiş: 'Şu suratınızın kapısından girip çıkan çıplak etinizin içinde saklanan, ünü rütbesi olmayan gerçek bir adam yaşıyor. Bu olguyu görmemiş olanlar bakın! Bakın!' demiş. Bir keşiş gelip sormuş: 'Peki kimmiş o ünü rütbesi olmayan adam.' Lin-çhi keşişin boğazına sarılıp sıkmağa başlamış ve 'Sen söyle! Sen söyle!' diye bağırıyormuş bir yandan. Keşiş karşılık veremeyince, Lin-chi keşişin boğazını bırakmış; 'Meğer ne değersiz bok çomağı imiş o.' demiş."
(Zen Budizm 156)

            Bu verilen örnekler; Zen Budistlerinin nasıl şaşırtıcı ve acımasız olduklarını göstermekte. Bu arada pek çok KOAN VE MONDO örneği de vermiş oluyoruz: Öğrencilerin günlük işlerle uğraşırken, bir yandan da bir işe veya bir soruya çözmeğe kendilerini verdiklerini söylemiştim. Çözülecek sorulara koan deniyor. Mondo ise üstadların konuşmaları... Başlangıçta öğrencilere çözmeleri için mondolar verilmekteydi. Zamanla, sorulacak sorular tesbit edildi (Bunların çoğu mondo idi.) ve 'koan' adı verildi bunlara. Koan'ların karşılıklarının büyük bir özenle gizlendiği söyleniyor. Ama bunun doğru olduğunu sanmıyorum. Çünkü önemli olan karşılıkları değil, karşılık verilirken yaşanan... Yaşadığına bakarak, öğrencinin başarılı olup olmadığına karar veriliyor.

             
7.       Konuşmaması, düşünmemesi, amaçsız olması, istememesi isteniyor öğrenciden, Öte yandan öğrenci ne yapacağını bilemez duruma gelmiştir ama, kendisinden durmadan egzersiz yapması istenmektedir. Durmadan usanmadan yeniden yeniden, neyi başaracağını bilmeden, cezalara kınamalara rağmen denemek. .. Eğer koan çözmesi gerekiyorsa, meditasyonlarında koanı düşünecektir. (Burada daha uygun bir söz bulamadığım için 'düşünmek' sözünü  kullandım.)

8.      Meditasyonları sırasındaki yaşantısına, istediği zaman hemen geçebilmeyi öğrenmişse, çalışmaları sırasında bu yaşantıyı yaşaması istenir kendisinden. Böylece çalışması sırasında çevresinden ve kendisinden çözülmüşlüğü yaşayacaktır.


9.       Kişi deneyebileceği bütün yolları deniyor. Anlayışını son sınırlarına kadar zorluyor yıllarca. Yapabileceği bütün şeyleri yapmıştır. Ama karşılaştığı ya ilgisizliktir, ya acı veren cezalandırmalardır veya horlanmadır. Gerçi arada bir anlayışla karşılanır, cesaret verilir kendisinine. Ama bunların ne zaman geleceğini önceden görmek olanaksızdır. Başarı konusundaki umudu da gittikçe azalmaktadır. Zaman zaman tüm umutsuzluğa gömüldüğü de olur.

          Açıklanması gereken şu: Böylesine dayanılmaz şartlara rağmen öğrenci çalışmalarını neden sürdürmektedir? Bir kaç yorum düşünebiliyor insan: Bunlardan biri, çalışmaları sırasında alışkanlık haline getirdiği meditasyonun mutlu yaşantısını yaşamayı öğrenmiş olması olabilir. Öte yandan geleneğin üstada kayıtsız şartsız bağlılık istemesi; başarının güçlüğüne inandırılmış olması ve sabretmesi gerektiği konusunda kuşkunun olmayışı da neden olabilir.

            Neden ne olursa olsun, çalışmalarını sürdürenler sonunda belli bir yaşantıya ulaşıyorlar: Herrigel Bu yaşantıyı şöyle anlatıyor:

            Öğretmeni "'Şu halde, bunun üzerine daha çok konuşmayalım, temrin edelim." diye ekledi. Bir nebze olsun ilerlemeden haftalar geçti. Artık, bunun beni hiç hayıflandırmadığını saptadım. Acaba bütün bu uğraşlardan yorgun mu düşmüştüm? Ok atmayı öğrenmek veya öğrenmemek artık beni ilgilendirmez mi olmuştu? Üstadın 'O' ile anlattığı şeyi deneyle anlamam ya da anlamamam benim için anlamsız mı olmuştu? Zene girmemin veya girmemiş olmam farksız şeyler miydi? Bütün bunlar benden birden uzaklaşmışlardı. onların beni hiç kaygılandıramıyacağı ölçüde umursamazlığa kapılmıştılm Üstada bir çok kez açıklamağa yeltendim. Ama onun karşısındayken yürekliğimi yitiriyordum. Onun temcit pilavı gibi önüme aynı şeyi süreceğini biliyordum: 'Sormayınız, Çalışınız.' Bunun için sormuyordum da. Üstadım acımasız, kıskıvrak bağlamıştı beni.
           
            Eğer kendisine bağlanmış olmasaydım, çalışmalardan vazgeçerdim. Günümü gün ediyordum. Elimden geldiğince mesleğimle ilgili şeyleri yapmaktaydım. Bütün bunların beni artık ilgilendirmeyişinden ötürü üzülmüyordum, kendimi suçlamıyordum. Yıllarca sabırla ele geçirmeğe çalıştığım şeyin öneminin ortadan kalkması bana üzüntü vermiyordu."
(Zen Budizmi Yolu 121)

            İşte amaçsız, isteksiz ok atılmağa başlamıştı; alışkanlıktan gelen kendiliğindenlik duygusuyla ve meditasyondan gelen rahatlık ve öğretiyi yaşamakla birlikte.


10.Derken bir gün başardığı söyleniverir kendisine. Ama öğrenci neyi başardığını bilmez. Başarısını ancak zamanla anlayacaktır. Kısacası mükafat da vardır artık, cezaların yanı sıra; ama ceza ve mükafatın ne zaman geleceği hala bilinmemektedir. Yalnız; büyük bir mutluluk yaşamakta olduğunu bilir. Belki de, kendisi için aydınlanmanın tek işareti bu mutluluğudur. Herrigel, şöyle anlatıyor ilk başarmasını ve bu sırada yaşadıklarını:

            "Bir gün bir atıştan sonra üstad, büyük bir reverans yaptı. Ve sonra dersi keserek 'Ok kendiliğinden atıldı.' diye bağırdı. Ona anlamsız gözlerle bakarken ve ne demek istediğini sonunda anladığımda, bunun bende birden doğurduğu sevinci gizleyemedim. Üstad, 'Söylediklerim bir övgü değil, sadece sizi etkilememesi gereken bir saptayıştır.' dedi.' Ben sizin önünüzde reverens yapmadım. Çünkü bu atışta sizin hiç bir payınız yok. Siz bu kez, tamemen kendinizi, unutarak, amaçsız, en yüksek gerilimde kaldınız. O zaman atış sizden olgun bir meyva gibi koptu. Şimdi temrinlerinizi sürdürünüz. Sanki hiç bir şey olmamış gibi davranınız.' diye ekledi. Ancak uzun bir zaman geçtikten sonra, üstadın bazı bazı, sesini çıkarmadan, derin bir reveransla ödüllendirdiği doğru atışları yeniden başardım. Onun nasıl oluştuğunu, atışın benim dahlim olmadan kendiliğinden başlamasını, hemen hemen kapalı olan elimin birden geri çekilişinin nasıl mümkün olduğunu, bütün bunları ne o gün ne de bugün açıklayabilirim. Onun böyle olup bittiği sabittir; sadece önemli olan budur. Ama hiç olmazsa, giderek, doğru atışları başarısız atışlardan kendi başıma ayırt etmek yeteneğine kavuşmuştum. Onların arasındaki niteliksel fark o kadar büyüktür ki, bu nokta artık gözden kaçamaz. (Beyin yıkamadaki duruma ne kadar benzediğine dikkat edilmeli) Eğer bir kez bunu anlamışsanız artık ayırımı görürsünüz. .... Nişancı, bu doğru atışlardan sonra, kendisini her türlü doğru eyleme -ve belki de daha da önemlisi- her doğru eylemsizliğe yatkın bulur."
(Zen Budizmi Yolu 121,122)

            Başka bir gün doğru atışı üstad şöyle bağırarak belirtir: "'İSTE ORADA; REVERANS YAPINIZ!' daha sonra nişan tahtasına baktığımda -ne yazık ki, bunun önüne geçemedim- okun nişan tahtasının kıyısından sıyırdığını gördüm."  Kısacası vuramamıştır.
(Zen Budizmi Yolu 127)


11. Başarmalardan sonra ulaşılan yaşantıyı Herrigel şöyle anlatıyor:
            "Üstad, ..... iyi sonuçlanan bir atıştan sonra bana sordu: 'Şimdi o atıyor, o isabet ettiriyor.'un anlamını kavrıyor musun? 'Korkarım ki,' diye karşılık verdim. 'Artık esas itibariyle hiç bir şey anlamıyorum. En basit olan şey bile benim için çapraşık bir hale geldi.' dedim.'Yayı geren ben miyim? Ya da beni en yüksek gerilime çeken yay mıdır? Hedefe vuran ben miyim? Yoksa hedef mi bana isabet ettiriyor?  'O' beden gözüyle görüldüğü zaman spiritüel midir? Ruh gözüyle görüldüğünde cisimlenmiş midir? Yoksa bunların ikisi de mi doğru veya ikisi de yanlış mı? Yay, ok, hedef, ben; bütün bunlar birbirinin içinde eriyorlar ve ben onların hiç birini diğerlerinden ayıramıyorum. Ve artık onları birbirinden ayırma gereğini de duymuyorum. Çünkü yayı elime alır almaz ve atış yapar yapmaz her şey öylesine açık ve seçik ki, öylesine gülünç derece de basit ki!"
(Zen Budizmi Yolu 128)
Olup bitenleri anlayabilmek için şunlara dikkat edilmesi gerektiğine inanıyorum: (Durumun yeniden kısaca özetlenmesi olacak belki de söyleyeceklerim:)

1.       Yıllarca süren bitmez tükenmez çalışmalarla iş alışkanlık biçimini alıyor: Bilinçli kontroldan kopuyor demektir bu. Kendiliğinden yapılıyormuş gibi yaşanmağa başlıyor. Koan'la uğraşılmaktaysa, soru ile kendiliğinden ve durmadan uğraşılır oluyor.

2.       Meditasyon denemeleriyle (bu sıradaki yavaş nefes alışlar ve gevşemenin hipnotik bir durum yaratacağına dikkat edilmeli.) kişi teorinin beklediği yaşantıyı yaşamayı ve dilediği zamanlarda çabucak canlandırmayı öğreniyor.
            Bedenle kendiliğinden olan hareketlere dikkati yoğunlaştırıyorlar. En çok da nefesin alınıp verilmesine ve bu sıralarda kasların kendiliğinden kasılıp gevşemesine... Bu hareketlerin kendiliğindenliğini dinlemek; beni hareket ettiren aşkın bir gücü yaşamağa götürüyor yavaş yavaş. 'O' nun hareket ettirmekte olduğu biçiminde yaşanıyor.

3.       Yıllarca süren başarısızlık, başarıdan umudu kesiyor;  başarma umudu ve isteği yok oluyor.

4.       Meditasyonun verdiği rahatlıkla çalışma sırasındaki (durmadan gelen cezalar ve başarısızlıkların nedenini bilmemekten doğan) gerginlik gideriliyor.

5.       Ve bir gün, hiç beklenmeyen bir sırada başarılıyor. Öğrenci neden başarılı olduğunu bilmemektedir. (cezalar gibi). Artık bütün dikkatiyle üstadının ceza ve mükafatlarına (neden geldiğini bilmediği için) teslim olmuştur. Yalnız üstadının nasıl bir şeyi yaşamasını istediğini bilmektedir.

6.       Beyin yıkama durumunun (ceza ve mükafatın ne zaman geldiğini bilmeme) ve hipnotik durumun etkisiyle, alışkanlığın kendiliğinden sürüp gitmesinin de yardımıyla yeni bir kişidir artık ve teorinin beklediğini yaşamayı başarmıştır böylece. Zen'deki spontanlık ve özgürlüğün yabancılaşmış özgürlük olduğu üzerinde durulmalı.

                                                                                                                
EK


            Ek 1: Doğu dinleri (inançları) spontanlığa, özgürlüğe götürür. Yalnız yaşanan özgürlük, spontanlık Ben'im, Ben'den kaynaklanan spontanlık ve özgürlük değildir. YABANCILAŞMIŞ ÖZGÜRLÜK ve SPONTANLIK diyorum buna. Bu konuda değerlendirmeyle biten bir çalışmanın yapılmasının iyi olacağını düşünüyorum.

            Ek 2: İlhan Göngören "Konfiçyusçuluk gerek töreler, gerek dil, gerek eğitim, gerek hukuk bakımından geleneklere bağlıdır." diyor.Taoculuksa tam tersine zihni geleneksel düşünce ve davranış modellerinin bağımlılığından kurtarır."  diyor.
(Zen Budizm 36)
            Bana kalırsa çok yaygın bir yanlış bu. Zen budist ustasının belli bir yaşantıyı öğrencisine geçirebilmek için ne kadar uğruştığını, zaman zaman ne kadar acımasız olduğu örneklerle gördük. Yalnız ne var; bu gelenek kalabalığın geleneği değil ve ezilerek, zorlanarak yaşanmıyor bir de...

            Zen'in kazandıracağını söylediği özgürlük yaşanan özgürlüktür. Özgürlüğü yaşayan; özgür davrandığını, özgür düşündüğünü söyleyen gerçekte kalıplardan kurtulmuş mudur? Böyle bir soruyu sormaz Zen.  Tersine okçuluğu öğrenen Herrigel'in söylediklerine ve bazı Zen hikayelerine bakılırsa durum tam tersi söylenenin.

            Ek 3: Bir de Zen'in kolayı seçtiği söyleniyor sık sık. Hem diğer Budist öğretilerine göre kolayı seçmiş hem de kendisi aslında kolaymış... Yıllarca uğraşanlar, kolunu kesip ustasının önüne atan öğrenci, günü dayak yemek ve azarlanmakla geçenler unutuluyor bu söylenirken. "Zen her günkü yaşamınızdır.", "Zen'e şu uzaktan akan derenin sesinden girebilirsin." diyen üstadların sözlerine bakarak bu yanlışa düşüyorlar. Hiç istemeden, uğraşmadan yorumsuz dünyaya girmek kolay olabilir mi hiç. En doğal alışkanlıklarımızı, içgüdülerimizi yenmek gerekiyor bunu başarabilmek için. Kısacası yalnızca derenin sesini dinlemesini bilmeyen bizler için 'yalnızca derenin sesini dinlemek' dünyanın en güç işi.


            Ek: 4: "Zen'in oluşumunda Konfiçyusçuluğun etkisi de büyük... Konfiçyusçuluk aile hayatına, aile bağına büyük önem verdiğinde Çinlinin kaçınıklığı (münzeviliği) yeğleyen manastır yaşantısı tipinde bir Budizm'e yakınlık duymasını önlüyor."
(Zen Budizm 130)

            Ek 5: "Samsara doktrinine Budizm mirasçı oldu. Bir çok budist doğum ölüm döngüsünü ufak tefek farklarla Hindular gibi anlıyorlar. Ama Zen ve diğer bazı Mahayana okulları, doğum ölüm döngüsünü kişisel bir gene doğum” (yeniden doğum) olarak değerlendirmezler. Daha çok bunun simgesel anlamı üzerinde dururlar. Doğum sürecinin bir süreklilik olduğunu ve bir kimsenin sürüp giden bir doğumla kendini özleştirdikçe, her an gene doğum olacağını, bu bilinç içinde samsarayı anlayıp değerlendirmek gerektiğini savunurlar." (79)
            "....kişisel gene doğum inancının Budizm'in bozulmamış, saptırılmamış biçimiyle uzlaştırılması pek kolay olamıyor. Eğer ben, geçici bir süre için bir araya gelmiş moleküllerin oluşturduğu geçici bir birlik veya bütünlüğün belleğimiz aracılığıyla bilincimize ulaşmasından oluşan bir yanılgıdan başka bir şey değilse......."
           

            Ek     6:       İlk Zen Yorumcusu, "Budist olmadan önce Taocu yazıları el yazması ile çoğaltan bir hattat olan Seng-chao Budizm'i kabullendikten sonra Vimalakitri Sutra'ya bir yorum yazdı. Hem bu yorum, hem de Budizm'le ilgili başka yazıları Taoculuk'tan alınma deyişlerle doludur. Taoculuk'la benzerlikleri ortaya koyarak Budizm'i açıklamaya çalıştı. ..... Yorumunu yaptığı Vimalakirti Sutra, Zen üzerinde çok etkili oldu. Bu sutradaki ana düşünce; hayatın orta yerinde, günlük uğraşlar sırasında; kusurlardan, tutkulardan da büsbütün arınmadan tam aydınlanma olanağının bulunduğuydu. Zen doktrinine Sen-choa'nun yandaşı Tao-sheng daha da yaklaşmıştır. İlk olarak; Açık ve saydam biçimde, ansızın, birdenbire uyanma, aydınlanma doktrinini ortaya atan Tao-Sheng'dir. Bu yaklaşımı şöyle özetleyebiliriz: Eğer Nirvana kavranabilir bir şey değilse ona azar azar, basamak basamak ulaşmak olasığı da yok demektir. Aydınlanma ancak zaman boyutunun dışında, bir anda, algılar ötesi aşkınlıkla ulaşılabilir bir şey olmalı." Yarar ve ödülle ilgili görüşleri: " a.Gerek manevi gerek diğer davranışlarda ödül kavramı aşılmalı. b. İyi şeyler yapmak yalnız bu 'Ben' denen geçici görüntüye yarar sağlar. Manevi çıkar için yapılan şeyler bencilliği güçlendirir ve bağımsızlaşmayı güçleştirir. c. Ancak hiç bir yarar gözetmeden yapılan işler iç özgürlüğümüzü sağlayabilir. Bunların dışında yapılan her eylem bağımsızlığımızı artırıp iç özgürlüğümüzü kısıtlar."
(Zen Budizm 134-135)



METİNLER:

Aşağıdaki şiir Sen-ts'an'ın

"Eğriyle doğru, haklıyla haksız arasındaki çelişki
Zihnimizin bir illeti.
Hiç bir şey kazandırmadan
Bozmağa yarar zihnin keyfini."


Beşincisi Pir Hing-Jan'dan, imparator, öğretisini özetlemesini istiyor. O da "Kürsüden Va'zlar" adlı yapıtında şöyle özetliyor:

"Gözümüzü açar da içimize bakarsak, gerçek yaratılışımızı tanıyabilir ve böylelikle yaratılışın temelde çokluk, çeşitlilik değil de özdeşlik, birlik içinde olduğunu anlayabiliriz. Gerçek yaratılışın şu kimsede bir türlü, bu kimsede başka türlü olmadığını, insandan insana değişmediğini, herkesin özde aynı yaradılışı paylaştığını, cahilin yaradılışının da bilgeninkinin eşi olduğunu görebiliriz. Bize farklar varmış gibi görünmesi yanılgıdan ve zihnin karmaşıklık içinde özü seçememesinden, gözden kaçmasından geliyor."

İç görü (prajna, yani nirvana sırasındaki bilincimiz) bütünüyle bağımsızdır. Her şeyin Bir, Bir'in her şey olduğunu farketmiştir. İçgörünün giz dolu çalışması, yaradılışın derinliğinden kaynaklanmıştır.

İş zihni uyuşturup, gevşetip, mankafa yapmak değil; onu en ince, en öz şeyleri de kavrayacak kadar keskinleştirmekte."
(Suzuki, Essays in Zen Buddhism 220 - Zen Budizm 152)