Yazılar

İdealizm


İDEALİZMİdealistlere göre; 
1. Görülür dünya (algılananlar) gerçek değildir. 
Gerçeği “değişmeden var olan” diye tanımlarsak; 
Algıladığım hiçbir şey gerçek olamaz. Bir süre önce yoktular, bir süre sonra da yok olacağından (tanım gereği) gerçek değildirler: 
Örnek olarak şimdi konuşan ben, beni dinleyen sizler 100 yıl önce yoktunuz, 100 yıl sonra yok olacaksınız. 
Öyleyse bizler (bu arada gördüğüm her şey) gerçek değiliz. (Tanım gereği) 

2. Türler gerçektir: 
Birer insan olan ben ve sizler gelip geçiciyiz ama; insan binlerce yıl önce de vardı, binlerce yıl sonra da var olacak. Zaman içinde giysileri, dilleri, yaşamları ne kadar farklı olursa olsun; insan hep var ve var olacak. Demek tek tek insanlar gerçek değil ama insan türü (hep var olduğu için, tanım gereği) gerçek. 

3. Canlıların (tüm varlıkların da) kişisel ve türe özgü niteliklerini ayırmak önemli; gerçek olan yanlarıyla, gerçek olmayan yanlarını: 
Bu denenlere göre, ben ve sizlerin (bizleri insan türünün üyesi yapan) ortak niteliklerimiz gerçektir... Bu yanımızla ebedi ve ezeli olan varlığın bir parçasıyız. 
Buna karşılık kişisel özelliklerimiz (‘gerçek’in tanımı gereği, gelip geçici olduklarından) gerçek değildir. 

4. Türün bilgisi (ideler) etkin güçtür: 
Örnek olarak tavuk yumurtasından hiçbir zaman bir kedi, bir yılan, ya da bir insan yavrusu çıkmaz. Demek; yumurtanın içinde maddeye biçim veren güç türün bilgisine sahip. Yumurtadan çıkan yavrunun (bu arada bütün canlılar kuşkusuz) daha sonra bir başka hayvan olmamasına bakılırsa; yediklerine türün biçimini vermeye doğduktan sonra da devam ediyor demektir. Nasıl hiç at görmemiş, at türünün niteliklerini bilmeyen bir heykelci at heykeli yapamazsa; atın karnında büyümekte olanda da, türün bilgisi etkin olmasa; at olamazdı... Kedi kedi, insan insan olamazdı. 
Gene o hayvanın üreme yoluyla çoğaldığı (kendi türünden bir varlık yarattığı) düşünülürse; canlılarda türün bilgisi etkin bir güçtür ve maddeyi sürekli, doğumdan sonra da biçimlendirmektedir. 

5. Tek gerçek güç: Aşk 
Bütün canlılar türü devam ettirmek için çırpınıyorlar. Türü devam ettirme olayını en çok cinsellikte görüyoruz. Cinselliğe yönelişi türü devam ettirme olarak tanımlarsak; beslenmek de, savaşlar da türü devam ettirmek amaçlı olduğundan, temelde cinselliktir: Aşktır... 
Aşk evrene hakim güçtür. 
(Freud temel gücün cinsellik olduğu düşüncesini Platon’dan aldığını kendisi söyler.) 

6. Algıladığımız dünyada, kişisel özelliklere (çirkinliklere, yanlışlara, gerçekdışı şeylere) bulaşmadan tür niteliklerinin gerçekleşmesi olanaksızdır. Kedi heykeli yapan bir sanatçı yalnızca türün özelliklerini aksettiren bir heykel yapamaz; mutlaka kişisel (türe ait olmayan) özellikleri kullanmak zorundadır: Ya van kedisi, ya siyam kedisi, ya sokakta gördüğü bir kediyi, ya evindeki kediyi yapacaktır. Toplu olmayan, zayıf olmayan, tekir olmayan, kara olmayan,.... kedi yapılamaz... 
Ve de zayıf olmak, tekir olmak, van kedisi olmak kişisel özelliklerdir: Gerçek değildir... 

7. Bu nedenle aşk yanlış yapmak zorundadır. Ölüm onu düzeltir. Bu nedenle aşk yaptığı eserleri bir türlü beğenmeyen sanatçıya benzer: Her yaptığını daha iyisini yapmak için bozan sanatçıya. Yanlışı olmayan (kişisel niteliklerle bozulmamış) varlık olmadığından, bütün canlılar düzeltilmesi gereken yanlışlardır bir bakıma... Ölüm, daha iyisi için yanlışı düzeltmektir... 

8. Tür bilgisi zamansızdır: ortaya çıkmaz, yok olmaz ve gelişmez. Bu anlamda (zamansız olduğundan, tanım gereği) gerçektir. 
Bir örnekle: Ev yapan birini düşünün. Evin temelini atarken de, duvarları çıkarken de, çatıyı yaparken de, duvarları sıvarken de kendisine hep aynı ev düşüncesi yol gösterir. Hep aynı ev düşüncesi, çeşitli şeylere ev biçimi vermesinin nedenidir. 
Ev zaman içinde yavaş yavaş ortaya çıkar ama ev düşüncesi hep aynıdır. 
Evin zamanla ortaya çıkmasının nedeni maddenin türün ortak biçimlerini anında alacak kabiliyette olmamasındandır... 
Bu nedenle algı dünyasında zaman vardır. 
Kısacası türler ortaya çıkmadan önce de tür bilgileri vardı. 
Zamanla varlıkların yavaş yavaş ortaya çıkmaları (önce bitkilerin, sonra hayvanların, ardından insanların) maddenin birden istenen biçim alamamasındandır. 
Aslında ideler her zaman ve aynı şekilde var olmalı... Çünkü onlar varlık şartı... Onlar olmasa varlıklar algı dünyasında var olamayacaklar... 

9. Hegel’de Doğa tarihi (Gerçek olmayanın hikayesi): 
Gerçeği değişmeden hep aynı kalan diye tanımlamıştık. Bu nedenle tarih gerçeğin hikayesi olamaz; tanım gereği değişmeyi içerdiğinden. Maddenin idelerin biçimini almadaki eksikliği nedeniyle idelerin görünür dünyada ortaya çıkmaları zamanlıydı (tıpkı bir evin var oluşundaki zamanlılık gibi). 
Ve şu basamaklarla gerçekleşir: 

a. Cansız madde dünyası: 
Mermer her zaman serttir. Beyazdır. Hiç bir zaman yumuşak mermerle karşılaşamayız. Hiç bir zaman mutfak tezgahımdaki mermer bir gün tahta nitelikleriyle görünmeyecek. Demek mermer de(tıpkı canlılar gibi) türünün niteliklerini koruyor, sürdürüyor. Mermer de ve diğer cansız varlıklar da türlerine, idelere sadıklar. Bu, idelerin bu dünyada varlıklarını göstermesinin en alt basamağıdır. 
Bu basamaktaki varlıkların, türlerinin niteliklerini devam ettirme gayretlerini görmek çok zordur. 

b. Bitkiler dünyası: 
Cansızlar kendi niteliklerini sürdürürlerdi yalnızca. Bitkiler çevrelerindekileri de kendisi yapar: Kullanır... Topraktan alır, suyu katar kendine, havayı kullanır... Köklerinin ve yapraklarının yettiği yerlerdeki şeyleri kendi yapar: çınar yapar çevreden aldıklarını, sarmaşık yapar. 

c. Hayvan dünyası: 
Hayvan daha geniş alandaki şeyleri kullanır ve kendi yapar: Örnek olarak kuş, geniş bir alandaki tohumları, böcekleri toplar, yer ve kendisi yapar. Yavrusuna getirerek bütün o şeylerle görünür dünyada yeni kuşlar yaratır. Çevredeki çöpler, yuvasında çöp olmaktan çıkar ve dünyasına katılır. 

d. İnsan: 
İnsanla çevresini kullanmak iyice artar: Taşlar bir araya gelir yol olur, duvar olur, anıt olur. Köpek bekçi olur, koyun et olur, süt olur. Gökteki yıldızlar bile: kutup yıldızı yönünü gösterir insana, belli yıldızlar ekim zamanının geldiğini hatırlatır... İnsanla yeni bir olay daha ortaya çıkar (bütün dünyayı kullanıp kendi yapmanın dışında): Kuş yuva yapar, ayı inini kullanır vb. ama “yuva” düşüncesi yoktur hayvanlarda. Hayvanlar yuvalarına giderler, sığınırlar. İnsan da evine gider onlar gibi... Ama insan gittiği yere “ev” der “yuva” der ve bütün diğer canlıların da gittiği yerlerin onların evleri, yuvaları olduğunu bilir... Bütün diğer canlılar kendi yuvalarına sığınırken, insan bütün canlıların gittiği yerin yuva olduğunu ve canlıların varlıklarını sürdürmek için yuvaya ihtiyaçları olduğunu bilir. 
Kısacası; insan dünyayı düşünce yapar... Daha doğrusu herşeydeki düşünceyi görür... Gözüyle değil, aklıyla görür. 
İnsanla evren düşünceye dönüşmektedir ve tüm evren türün kullanımına sunulmaktadır... 

10. Türün bilgisi (ideler) bilmenin de şartıdır: 
Algılamak fotograf makinesindeki gibi bir kaydetme olayı değildir. Algılama bir tanıma olayıdır: Gördüğüm şeye “erik ağacı” dediğimde; aslında şaşırtıcı bir olay gerçekleşmiştir... O gördüğüm şeyi, daha önce gördüğüm bütün her şeyle karşılaştırmışım ve onun erik ağacı sınıfından olduğunu farketmişim demektir: tanımaktır bu... Bnde “erik ağacı” tür bilgisi (diğer tür bilgileriyle birlikte) olmasa gördüğüm şeyi sınıflamadaki yerine koyamazdım. “Erik ağacı” diyemezdim. Kısacası algılamak tanımak demektir. Bildiğimiz şeyleri tanırız. Bu nedenle hatırlamaktır. Tür bilgisi algılamanın da, bilgi edinmenin de şartıdır. 

11. İnsanla tarih amacına ulaşıyor: 
Kediye bakıp da “kedi” dediğimde, bu basit olayın iki yönü var. Karşımdaki kedi farkında değil ama, (artık biliyoruz) onda kedi idesi aşkla kediyi gerçekleştirmişti ve hala onu kedi olarak var etmekteydi... Kediye baktığımda kedi dememden belli; bendeki kedi idesi sayesinde kediyi tanıyorum. Demek kedi idesi, önce kedide kediyi var etti ve gene kedi idesi benim gözümden baktı ve kediyi tanıdı. Demek ideler var ediyorlar ve kendilerini var ettiklerinde tanıyorlar; insan sayesinde... 

12. Tasavvuftaki “gizli hazine” düşüncesi. 
Tasavvufa göre Tanrı gizli bir hazineydi (Küntü Kenze: gizli hazine). Güzelliğini görmek istedi. Ayna olarak gerçek olmayan bu algılar dünyasını yarattı ve şimdi bu fena (yokluk) dünyasında güzelliğini izliyor, yarattıklarında. İdeler dünyayı var etti. Şimdi insanların gözlerinden bakarak kendini (ideleri) izliyor. 

13. Nasıl yaşamalı: 
Gerçek olmayan kişisel nitelikleri görmeden bak. Türlerin macerasını (gerçek olan macerayı) yaşa. 
Gerçeği görerek yaşamalısın: yani ideleri. Bilmek demek tek olayı sınıfına yerleştirmek demektir: Kedi de annelik yapar, yavrusunu besler; köpek de, aslan da vb. insan da. Ama kedi, köpek, aslan yalnızca kendi yavrusunu besler. Diğer canlıların yavrularını beslerken aynı şeyi yaptığını bilmez. Onlarla yaşamaz, onlarla yaşantısını zenginleştiremez. 

Yalnız insan için, yavrusunu besleyen kedi de, köpek de, aslan da, ayı da, insan da annedir. Besledikleri de yavruları... İnsan için anne kedi bir annedir, bir insan anne kadar annedir... Hepsi aynı sınıfın üyesidir (hepsinde aynı ide gerçekleşmekte)... 

Bir benzetmeyle: Savaşta, hayatını zafer için tehlikeye atan bir askerin tavrını takınmamızı istiyor idealistler. Savaşçı ölmek üzere olabilir; önemi yoktur bunun. Ölebilir de zafer kazanılsın diye... Zafer düşüncesi çekilen acıları göze aldırır. Katlanılır kılar. Bağlılığımız yeterliyse ölüm bir zevktir de... 
Tıpkı bunun gibi; sevgilimiz bizi terkedebilir, ölmek üzere de olabiliriz; ne önemi var... Yitirilenler gerçek olmayan şeylerdi aslında. Sevgililer (terketmeler olsa da) birleşmeler de olacak, ölüm olsa da yaşam sürecek; daha güzel yaşamlar için... 

Canlı olduğunu unutmazsan, hayattan yanaysan; hayatın senden önceki aşkları da, senden sonraki aşkları da senin aşk macerandır: senin zaferindir. Ölümümüzde bile bağlılıkların, aşık olmanın tadını çıkartabiliriz. 

Yaşamın zaferi, kazanma sevinci gerçek olmayan sıkıntıları örtecektir..

Buddha'nın Kutsal Öğretisi


1934 yılında, Japon 'Genç Budist Cemiyetleri Federasyonu' himayesinde 'Pan-Pasifik Genç Budistlerinin ikinci genel konferansı' toplanıyor. Kendilerine göre çok başarılı geçen bu konferansın anısına 'Kutsal Budist Metinlerinin yeni bir tercümesini' yapıyorlar (New Translation of Sacred Buddhist Scriptures) Aşağıdaki parçalar bu tercümeden seçilerek alındı.





I
HAYATI

1.  Babası kral, annesi de kral kızı. Buddha doğmadan önce yirmi yıl çocukları olmamış. Buddha'nın doğmasından kısa bir süre sonra annesi ölüyor.

2.  Sekiz yaşındayken babasıyla saraydan çıkıyor. Yeni sürülmüş bir tarladan, bir kuşun bir kurdu ağzına alarak götürdüğünü görüyor. Bunun üzerine, 'Bütün canlılar birbirlerini öldürürler mi?' diye soruyor kendi kendine. Bu olay ve annesinin ölümü çok etkiliyor Buddha'yı. Bundan sonraki senelerde çok düşünceli biri olarak görünüyor.

3.  Babasının oğlunu eğlendirebilmek için yaptığı bütün uğraşlar boşa gidiyor. Şöyle düşünmekteydi Buddha: 'Çevremdeki herkes hastalanacak ve mutlaka ölecek. Bunlardan kurtuluş yok. Bu saraydaki şeylerle: gençlikle, sağlıkla, varlıkla öğünmek saçma. Kurtulmak için tutulabilecek iki yol var. Bu yollardan biri doğru, diğeri yanlış. Hastalık ve ölümden kurtulmanın olanaksızlığını gördüğü halde kurtuluşu gene de bunlar arasında araması yanlış yoldur. Doğru yol ise; hastalık, yaşlılık ve ölümün gerçek doğasını anlamak ve bunları aşan şeylerde kurtuluşu aramaktır.'

4.  29 yaşında iken bir oğlu olunca sarayı terk eder. Bir ara huzura kavuşamadığına bakıp geri dönmeyi düşündü. Ama  saçlarını traş ettirdi, elinde dilenme kabı yeniden yollar düştü.

5.  İnzivaya çekilmiş birçok kimselere gitti, kendisini kurtarabileceğini umarak. Onların yollarını denedi. Ne geçmişte vardı onun ölçüsünde istekli, ne de gelecekte olacaktı; ama gene de aydınlanamıyordu.

6.  Ayrılışının sekizinci yılında, beş arkadaşı, kendisi bir kızın elinden yiyecek aldığı için onu terk ettiler. Çok zayıf düşmüştü ama 'Ölsem de aydınlanma uğraşını bırakamayacağım.' diyordu kendi kendine.

7.  Umutsuzluk doluydu. Rahatsız edici düşünceler kaynaşıyordu içinde. Ama O, sabırla hepsini denedi (examine) ve hepsini yendi.

8.  35 yaşında aydınlandı.





II
SON VA'ZI

1.  Benim öğretim, ışığınız olsun. Siz ışık olun.

2.  Bedenin hazzı da acısı da üzüntü getirir. Ruh da acıya varır sonunda. Her şey dağılacaktır. Acının evrenselliği seni yıkmasın: Yolumdan git; kurtulacaksın. Mutlu olacaksın.




III
SEMPATİSİ VE KENDİSİNİ ADAMASI

1.  'Senin acın benim acım; senin mutluluğun benim mutluluğum.' dedi Buddha.

2.  Bilgisizliğimizden ötürü isteklerimiz var. İstediğimiz için de acı çekmekteyiz.

3.  Buddha'nın sempatisi bütün insanlığı kuşatır. Onun eksilmez isteği, bütün insanların mutlu olmasıdır. İnsanları; anne ve babaların çocuklarını sevdiği gibi, sever. Onların hepsinin yaşam ve ölüm okyanusunun gerisine geçebilmelerini, yani en yüksek mutluluğa ulaşmalarını arzular.



IV
BUDDHA'NIN ACIDAN KURTULUŞU VE KURTULUŞ YOLU

1.  Aydınlanmış kişinin, yanılgı denizinde bocalayan mutsuz kişilere durumlarını anlatması ve onları kurtarması çok güçtür; söylenenleri anlamayacaklardır çünkü. Buddha aydınlanmış kişinin durumunu şu hikâye ile anlatıyor: Zengin bir adam evine geldiğinde evinin yandığını görüyor. Çocuklarsa olanlardan habersiz oynamaktaymışlar. Adam evin yandığını ve kaçmalarını söylüyor çocuklarına. Çocuklarsa yaklaşmakta olan felaketten habersiz oyunlarını sürdürüyorlar. Bunun üzerine adam çocuklarına, yeni oyuncaklar aldığını, oyuncakların yanında olduğunu; bu yüzden dışarıya gelip almalarını söylüyor. Ve çocuklar koşarak dışarı çıkıyorlar bunun üzerine.





V
SEBEP OLMA
DÖRT ASİL GERÇEK

1.  Acı gerçeği: Yeryüzünde her şey acı çekmekte.

2.  İnsan yaşamındaki acıların iki kaynağı var: bedensel susuzluklar ve dünya ile ilgili ihtiraslarımızın illüzyonları. Bunların ikisinin de kaynağı, fiziksel (bedensel) içgüdülerin yoğun istekleridir.
      (Human suffering,  thirsts of thephysical organism and illusions of wordly passion,                intense desires of hpysicalinstincts)

3.  İhtirasların temelindeki (passion), istekler (desires) çıkarılıp atılacak olursa, ihtiraslar da ölecek ve acı çekme son bulacaktır.

4.  İstemenin ve acı çekmenin yaşanmadığı bir dünyaya geçebilmek için Asil Yol'un Basamakları'ndan sırayla geçilmesi gerekir. (Stages of Noble Path):
a.   Doğru düşünceler (Right İdeas)
b.   Doğru karar (Right Resolution)
c.   Doğru konuşma (Right Speech)
d.   Doğru davranış (Right Behavior)
e.   Doğru tavır (Right vocation)
f.    Doğru gayret (Right Effort)
g.   Doğru zihinli olmak (Right mindfulness)
h.   Doğru konsantrasyon (Right Concentration)

5.  Aydınlanmak isteyenlerin bu Dört Asil Gerçeği anlamaları gerekir. Bunu anlayanlara 'aydınlanmayı görecek gözü kazanmış olanlar' denir. (The people who have acquired the eyes of enlightment)   (58)



VI
SEBEP OLMA

1.  Dünyadaki her şey, pek çok sebep ve şartların birlikte bir araya gelmesinin ürünüdür. Şartlar ve sebepler değişir veya ortadan kalkarsa, o şey de ortadan kalkar.

2.  Bunlardan birini, içinde bulunduğu ağdan kopararak tanımak yanlıştır.

3.  Beden ve ruh da belli şart ve sebeplerle ilgili bir ağdır. Bu sebep ve şartlar değişecek olursa, beden ve ruh da değişir. (60)

4.  Acı çekmelerimizin de sebep ve şartları vardır ve bu sebep ve şartlar ortadan kaldırılacak olursa, acı çekme de ortadan kalkar. (60)

5.  Her şey durmadan değişir. Değişmeyen hiç bir şey yoktur. (60)





VII
SEBEPLER ZİNCİRİ

1.  İstekler de bilgisizlikten doğar. (64)

2.  Cahillik yüzünden zihnimiz belirsizliklerle ve yanlış hayal ürünleriyle dolar(obscuruties and false imaginations)

3. Zihnimizi bozan bilgisizlik; yaşamın geçiciliğini ve boşluğunu görmemek; şeylerin peş peşe gelişindeki gerçek sebepleri bulamamaktaki bilgisizliktir. (64)

4. Bu tür bilgisizlikten ötürü; şeyler arasında hiç bir ayırım olmadığı halde onları ayırır (iyi-kötü diye örnek olarak) ve ulaşılamayacak şeyleri ister. (64)

5.  Kendilerini varsaydıkları ego-personality'e çevirmelerinden ötürü yanlış davranırlar; bunun sonucu olarak da delüsinasyonların bütününü görürler ve ona bağlanırlar. Aslında ego-personality diye bir şey yoktur. O, zihnin yaptığı bir sentezdir. (64) Kendi zihinleridir. Bu yüzden kendi zihinleri; keder, acı, ağlama sebebi olur.

6.  Bu dünyaya üç yanlış bakış açısı var: I. Tüm yaşam bir kaderin gerçekleşmesidir. II. Evreni bir tanrı yaratmıştır. III. Her şey tesadüflerin ürünüdür: (Nietzche...) Bu üç görüş de kurtulmak için uğraşmayı boş bir uğraş olarak görüyor. Hâlbuki her şey sebep ve şartların sonucudur. Yani sebep ve şartları değiştirecek olursak yaşamımızı da değiştirebiliriz dilediğimiz doğrultuda. (66)





VIII
BAĞIMSIZ ZİHİN TEORİSİ
(THE THEORY OF MIND-ONLY)
VE
ONUN GERÇEKLİĞİ

1.  Beden, sayısız birlikte var olan nedenlerin ürünü olduğundan (çeşitli elementlerin bir toplamı olduğundan) ebedi değildir. Değişecek ve yok olacaktır. Nedenler ve sonuçlar ağını bozacak bir şey görünmediğinden ötürü ego-personality (Hindu diliyle konuşacak olarsak Atman) yoktur. Zihin için de durum aynı. O da bir varlığa sahip değildir ve geçicidir. (68) (BEN'sizlik ve güvenilmezlik- Bu bölümün başlığı bu adı taşıyordu)

2.  Bedenim ve zihnim yaşamımı oluşturur. Dış dünya da ona sarılıyormuş gibi görünür. Bedenim, zihnim ve dış dünya; BEN ve SAHİP OLMAK kavramlarından çok uzaktır. Ancak bilgelikten uzak olan ve saf olmayan isteklerle bulutlanmış zihin BEN ve BENİM diyebilir.

3.  Bu dünyada 'ben' adını verebileceğim bir şey; 'Benim' diyebileceğim şeyler yok. (70)





IX
YALNIZ ZİHİN GERÇEĞİ

1.  Acı dolu yaşam da, aydınlanmış yaşam da yalnızca zihinden doğar (72)

2.  Karanlıktaki zihin (acı çeken zihin), zihnin kendisinin yarattığı delüninasyon dünyasının tarafından şaşırtılmış zihindir. (72)





X
DÜŞÜNCE YALNIZ (IDEAS-ONLY)

1.  İnsan zihninin bilmeyle ilgili üç ayrı düzeyde (on three different levels of cognition) işlediğini düşünebiliriz.

2.  En aşağıdaki seviyesi AYIRAN ZİHİNDİR, Bu seviyede görür, işitir, koklar ..... ve duyumlarla ilgili kavramlar kurar; onları birbirinden ayırır, aralarındaki ilişkileri araştırır.

3.  Daha yüksek seviyede INTELLECTUAL MIND çalışmaktadır. İç uyumu sağlar bu zihin. Discriminating mind'ın reaksiyonlarını harmonize etmek, birbiriyle ve bütün Ben kavramıyla ilgisini kurmak için gereklidir bu uyum sağlama işi. (78)

4.  En yüksek düzeyde ise UNIVERSAL MIND işlemektedir. Bu zihin saftır, sakindir, şartlanmamıştır, Kendi bozulmamış doğasını sürdürür. Fakat; daha aşağı olan zihinlerle ilgisinden ötürü onların deposu gibidir ve onlar tarafından kirletilmiştir. (78)

5.  Zihin, her şeyi kendisinin yarattığını unutup, kendisini dışında gördüğü şeylerden ayırır. Başlangıcı olmayan bir süredir yapmaktadır bu yanlışı. Bu yüzden bu yanlış zihne iyice yerleşmiştir. (78)

6. Kendisini diğer şeylerden ayıran zihin; onlardan farklı görür. Oysa kendisi diğer şeylerin tersine uzun ömürlüdür; gelip geçici değildir yani. Böylece ego-personalitenin gerçekliğini (varlığını) savunur. Bu zihnin çalışmaları bu yüzden cahillik temeli üzerinde işlemektedir.

7.  Üniversal zihin bütün diğer zihinlerin kaynağıdır. Diğer iki zihnin işlemesinin sonucu dalgalı bir okyanusa benzemiştir. Yüzeyi dalgalarla kaynamaktadır; gerçekte derinlikleri sakinliğini sürdürse bile. Karma ve delüsinasyonlar son bulunca yeniden sakinleşir bu okyanus. (80)

8.  Dünyayı ayırmak, zihnin en eski alışkanlığı. (80)

9.  Her şey zihnin yanılması sonucu doğmuştur. (80)

10.Kişi ayıran düşüncelerden kurtulmuşsa, nerede olunsa olsun, ne yaparsa yapsın doğrudur yaptığı ve Buddha'ın Temiz Ülkesi'nde yaşıyor demektir. (82)

11. Buddha'nın Temiz Ülkesi'nde yaşamak isteyen zihnini temizlemeli. Zihin temizse çevre de temiz demektir. (82)





XI
VARLIKLARIN GERÇEK DURUMU

1.  Bu dünyadaki her şey, birlikte var olan sebep ve şartların sonucu olduğundan varlıklar arasında temelli bir ayrılık (fundamental) yoktur. Önemli ayrılıklar, insanların saçma ve aldatıcı olan düşüncelerinin ve isteklerinin ürünüdür. (84)

2.  Gökyüzünde doğu ve batı diye bir ayrılık yoktur. Ayrılıkları, insanlar kendi kafalarında yaratırlar; sonra da onların gerçek olduğuna inanırlar. Birden sonsuza kadar olan sayılar her biri tam sayıdır (complate numbers). Ama onlardan hiç biri miktar türünden bir ayrılık taşımazlar. (each it self carries no distinction of cuantity.) İnsanlar, değişen şeyleri gösterebilmek için, kendilerine uygun geldiğinden ötürü, ayrılıkları yaratırlar. (84)

3.  Ölüm prosesiyle yaşam prosesi arasında hiç bir ayrılık yoktur. İnsanlar onları birbirinden ayırırlar ve birine 'ölüm', diğerine 'yaşam' derler. İyi ile kötü arasında da bir ayrılık yoktur. Ama insanlar aptalca uygunluk uğruna (işlerine öyle geldiği için) onları birbirinden ayırırlar. (84)

4.  Buddha, bütün bu ayrılıkları bırakıp, dünyayı geçip giden bulutları seyrediyormuş gibi seyreder. (84)

5.  İnsanlar, tasarladıkları rahatlık ve uygunluk (comfort and convenience) için varlıklara sarılırlar. (84)

6. Şeyler gelip giderler, görünüp kaybolurlar. Bu yüzden hiç bir şeye bağlanılmamalı. (86)

7.  Buddha, varlıkların varlığını da yokluğunu da savunmaktan kaçınır. Hem yokluğu, hem de yokluğun olmadığını va'zeder. Her şey sebep ve şartların bir sonucu olarak bir bakıma vardır. Ve kendi başına yoktur. (86)

8.  Bir de hikaye: Bir adam bir ırmağa geliyor, yolunun sonunda. Karşı tarafı, çok sakin ve tehlikesiz görüyor. Kendi tarafıysa tehlikelerle dolu. Bunun üzerine karşı tarafa geçebilmek için bir sal yapıyor ve karşıya da geçiyor salıyla. Ve karşıya geçince şöyle düşünüyor; (Bu sal benim kurtuluşumu sağladı; çok yararlı bir şey. Bu yüzden onu yanımdan hiç ayırmıyacağım. Nereye gidersem onu da birlikte götüreceğim.' Bu adama hiç bir zaman 'Bilge' denilemez... (84)

9.  Bir şeye biçiminden ötürü bağlanmak aldanmadır. Biçim kavranılmaz, tutulmaz, Aydınlanmış kişi böyle bir aptallıktan kaçınır. (88)

10.Her şeyin bütün bütün yok olacağını savunmak da yanlıştır. (88)

11.Her şey durmadan değişir; fakat onların asıl doğası (Essential Nature) değişmez. (88)

12.Her şey; tıpkı hayal gibi, rüya gibi; hem vardır, hem yoktur. Bu değişen yaşam gerçek yaşamdır. Bir başka gerçek yaşam daha yoktur. (90)





XII
ORTA YOL

1.  Ne dünyaya bağlanmalı, ne de dünyayı bırakmalı. (90)

2.  Cahil kişi, yaşamı ya var, ya da yok olarak görür. Bilge kişi için ise, yaşam hem var olmanın, hem de yok olmanın gerisindedir. Onca yaşam hem varlığı hem de yokluğu içinde taşır. İşte budur orta yolu görmek.

3.  Her şeyin ne var, ne de yok olduğunu bilen, şeylerin doğasının rüyanınki gibi olduğunu kavramış olan (dream like nature of everything), ego-personalite'nin (Atman insanla ilgili  fenomenleri var eden, sebep ve şartlara bağlı olmadan ve değişmeden var olan) var olmadığını öğrenmiş olan ne rahatlığı, ne mutluluğu, ne de başarıya aramaz. Gururlu değildir kendisinden ve yaptıklarından ötürü. (94)

4.  Ne varlığa ne de yokluğa, ne içteki ne de dıştaki bir şeye, ne iyi ne de kötü şeylere, ne doğru ne de yanlış şeylere bağlanmalı. Ne olursa olsun; bir insan herhangi bir şeye bağlanır bağlanmaz hayal dolu yaşam (The life of delusion) başlar. (94)

5.  Aydınlanma varsa yanılma da vardır. Yanılma bitince aydınlanma da biter. Aydınlanma yanılma sebebi ile vardır. Bu yüzden zihin aydınlanma ile meşgul edilmemelidir. Aydınlanmayı isteyen kişi yanılma içinde demektir. 'Aydınlanmaya ulaştım.' diyende, aydınlanma yanılmadır ancak. (94)

6.  Böyle bir kimse, orta yolu, asil yolla izler. (94)

7.  Eğer gerçekte bir şey ayrılamazsa, bu ayrılık (aydınlanmış, aydınlanmamış) nasıl olur? (96)

  8. Ego-personalite ile sahip olmak birbiriyle ilgilidir. (96)

  9. Eğer kişi yanılma içinde değilse, her şey ayrılmaz bir biçimde bir bütündür. Bu üniversel birlik kavramı -yani şeylerin esas doğaları bakımından hiç bir farklılığı olmadığı düşüncesi- SUNYATAdiye adlandırılır. Sunyata 'Doğmamış', 'kendisine ait bir doğası olmamak', 'dualitenin olmaması' demektir. Şeylerin, kendiliklerinden, biçimlere ve karakterlere sahip olmamasından ötürü, onların ne doğmalarından ne de yok olmalarından söz edemeyiz. (96)

10.Çile çeken bir kişi anlatılıyor; kendisini ateşe atıyor bu kişi, çileler çekiyor. Ama sonunda anlıyor ki; savaşmakta olduğu bencillik ve dünya ile ilgili ihtirasları a y d ı n l a n m a n ı n    k e n d i s i dir(100)




XIII
BUDDHA'NIN DOĞASI
İNSAN ZİHNİ - GERÇEK ZİHİN

1.  Kadın da erkek de aydınlanma şansına eşit olarak sahiptir. (104)

2. Gerçekte, zihnin bildiğini beden duyar ve bedenin duyduğunu zihin bilir. Bu yüzden insan zihninin bedenin dışında ve ondan bağımsız olduğu söylenemez. (106)

Ta başlangıçtan beri, karmaları tarafından şartlanmış olan insanlar, temeldeki iki şey tarafından aldatıldıklarının farkında olmadan sağa sola koşuşturup durdular. Birincisi şu idi: ölümlü ve dirimli yaşamlarının temelinde olan discriminting mind'ın kendilerinin gerçek doğaları olduğuna inandılar. İkinci yanlışlarına gelince: Discriminating mind'ın gerisinde, kendilerinin gerçek doğası olan birSAF AYDINLANMIŞ ZİHİN'e sahip olduklarını bilmediler. (106)

3.  Bir insan yumruğunu sıkar ve kolunu kaldırırsa göz görür ve zihin onu ayırır (seçer-farkeder) (discriminate eder). Ama onu seçen gerçek zihin değildir. Disciriminating mind; yalnızca Ben'le ilgili isteklerimiz ve diğer türden zilinsel durumlarımızın yarattığı, hayal edilen (imegined) ayrılıklar içindir. Disciriminating mind, şartların ve sebeplerin etkisi altındadır; onlara bağlıdır. Kendine ait bir öze sahip olmak bakımından, içi boştur. Sürekli olarak değişir. Ama insanlar, onun kendilerinin gerçek zihinleri olduğunu sandıklarından Hayal (gerçek olmayan şeyler - delusion), sebepler ve şartlar arasına girer ve bu da acıyı doğurur. (108)

5. Durumlar değiştikçe ayrı duygular yaşayan ayıran zihindir. (110)





XIV
BUDA'NIN DOĞASI

1. Ayna olduğuna inandığı şeyde yüzünü göremiyen insan gibiyiz: mutluluğu bulmak için acılar dünyasına giriyoruz hep durmadan. (114)

2.  Gerçek zihin Buddha'lığın çekirdeğidir. (112)

3.  Aydınlanmayı aramak disciriminating mind'ı kullanmak demektir. (114)

4.  Sarhoşken çebine mücevher konan yoksulun aç gezmesindeki gibi, Buddha'lık hepimizde bulunduğu halde acılar içinde geziyoruz. (116) ....... Buddha kendisindeki Buddha'lığa ulaşmıştı; diğerleriyse ona ulaşma imkanına sahipti. Tek fark buydu aralarında. (116)



XV
KÖTÜ İSTEKLER
DÜNYA İLE İLGİLİ İHTİRASLAR

1.  Dünya ile ilgili iki ihtiras var (world passions.) Bunlar Buddha doğasını örterler ve saflığını bozarlar. Bunlardan ilki, ayırma ve tartışma ihtirasıdır. Bu ihtiras, düşünmeleri sırasında insanların aklını karıştırırlar. Bu yüzden ona düşünme kuruntusu (düşünme delüsinasyonu - delusion of reasoning) diyebiliriz. İkincisi ise duygusal yaşantı ihtirasıdır. (passion for emotional experience). Bu ihtiras insanları değerlendirmeleri sırasında yanıltır. Bu, pratikle ilgili kuruntu diye adlandırılabilir.(126)
      Ayırma ve tartışma ihtirasının ingilizcesi -yukarıda yazmayı unutmuşum (passion for discirimination and discussion)

2.  Dünya ile ilgili isteklerin (Worldly passion'ların) ikisi de en temeldeymiş gibi görünürler. Amaonlardan daha da temelde olan iki tane daha vardır: Birincisi cehalet, ikincisi ise istektir. (ignorance, desire) (126) Bunlardan ayırma ve tartışma ihtirası, cehalete; duygusal yaşantı ihtirası isteğe dayanmaktadır. İşte bu ikişer çift worldly passions, bütün diğer wordly passions'ların kaynağıdır. (126) istekler, kızgınlıklar, aptallık, yanlış anlama, bencillik, gurur, kıskançlık, ......

3.  Hırs, gerçek doyum veren şeylerle ilgili yanlış düşüncelerden doğar.
      Kızgınlık, kişinin çevresindeki ve kendisiyle ilgili şeylerdeki doyumsuzluk nedenleriyle ilgili yanlış düşünceden doğar.
      Aptallık ise bir kimsenin yapması gereken ve yapmaması gereken şeylerle ilgili yanlış düşüncesinden doğar. (128)

4.  Bu üç şey bütün dünyayı ateşe verir: Hırs, kızgınlık, aptallık... Bunları yaşayanları yakıp bitirir. Bu üçü, yalnız bu duyguları yaşayanları yakıp bitirmez. Bunları yaşayanların yanında bulunanları da tüketir. (128)

5.  Hırs doyumla, kızgınlık doyumsuzlukla, aptallık düşüncelerle ilgili. (128)

6.   Bu ateşler nerede görülürse hemen söndürülmeli. Bu iş de:
a.   Gerçek doyumu neyin vereceği konusunda doğru bilgiye sahip olarak,
b.   doyuma ulaştırmayan şeyler konusunda zihni çok iyi kontrol ederek,
c.   Buddha öğretisini hatırlamakla başarılabilir. (130)

7.  İstekleri doyurmağa çalışmak, susuz insanın tuzlu su içmesine benzer. (130)

8. Üç kötü zihin durumunu yaşamaktaysa insan (hırsları varsa, kızgınsa, aptallık ediyorsa) dilini dört kötü biçimde kullanacaktır: yalan söyleyecek, gevezelik edecek, sövüp sayacak, diliyle aldatacaktır.
Ve kişi üç kötü zihin durumundaysa ve dilini dört biçimde kötü kullanmaktaysa, şu üç kötü davranışı da yapacaktır: öldürecek, çalacak, zorlayacak. Bunlara 'on büyük canavar' adı veriliyor: (greed, foolişhness, anger-lie, cheat, chatter, abusy - killing, stealing, commiting) 134)

9.               Hırs, kızgınlık, aptallığa son verdiğimizde acı çekme de bitecektir. (136)





XVI
İNSANIN DOĞASI

Dört tür insan var:

1.  Sofular: her şeyi kendilerine yasak etmişlerdir. Bu yüzden kendi kendilerine acı çektirenlerdir bunlar.

2.  Zalimler: çalarlar, zorlarlar, yaptıklarının başkaları üzerindeki etkisine aldırmazlar. Başkalarına acı verenlerdir bunlar.

3.  İnsanların bir türü kendileriyle birlikte başkalarına da acı çektirirler.

4.  Kendileri acı çekmeyenler ve başkalarını da kollayanlar vardır bir de. Aydınlanmış olanlardır bunlar.





XVII
BUDDHA'NIN TEMİZ ÜLKESİ

Buraya Sevinç ülkesi de denir. (land of joy)





XVIII
PRATİK
ZİHNİN TEMİZLENMESİ

1.  Beş duyudan gelen beş türlü istek (desire) vardır. Bu beş türlü istekten bedenin rahak düşkünlüğü doğar. Bir çok kimse, bedenin rahat düşkünlüğünün etkisi altında kalarak (bodys love of comfort) kapana tutuldular. (178)  (Nietszche)

2.  Beş duyumdan gelen beş istek, aynı ipe bağlanmış beş hayvan gibi, her biri bedeni kendi yurtlarına çekmeğe çalışır. (köpek köye, tilki ormana) Bir direğe bağlanacak olurlarsa açlıktan ölürler. Bunları zihin kontrol etmelidir. (180)

3.  Bu kontrol işinde zihne güvenemeyiz; o da rahatına düşkündür çünkü. (180)

4.  O da bencil rahatlığını arar: şöhret ister, grurlanmak ister, beğenilmek ister, servet ister.... Bu tür isteklerle ve kızgınlıkla dolu zihne güvenilemez. Zihinin de başıboş bırakılmaması gerekir. Zihni kontrolsa en güç iştir. Gözü başıboş bırakıp, zihni serbest koyvermek en aptalca şeydir. (182)

5.  Bütün kelimeler bırakılamaz. Bu yüzden sevgi ve sempatiyle dolu bir zihnin konuşturduğu kelimeleri kullanmalı. (190)

6.  Dünyaya severek ve sempatiyle bakmalı. İyi kelimeler kullanmalı ve iyi davranmalıdır. (192) (?)

7.  Geçmişte yaşama. Geleceğin rüyasını görme. Zihnini yaşadığın anın üzerinde topla. (284)

8.  İnsan ailesi için kendini unutmalı,
     İnsan köyü için ailesini unutmalı
     İnsan dünya için köyünü unutmalı
     İnsan aydınlanma için dünyayı unutmalı. (286)




XIX
EVSİZ (YURTSUZ) KARDEŞLER

1.  "Benim öğrencim olmak isteyen kimse, ailesiyle direkt ilişkilere, sosyal yaşamına son vermeğe, servetini terk etmeğe hazır olmalı. Evinden ayrılmış yersiz yurtsuz dolaşan, ne zihnini ne de bedenini bir yere bağlamayan ve bıraktıklarını Drahma uğrana bırakan benim öğrencimdir. Onlar yurtsuz kardeşlerimdir. (290)



XX
HALK

1. İstek dünyasında yaşasalar da bunlara bağlanmayacaklar. (302)

2.  Hayatlarının geçici olduğunu bilirler. Bedenlerinin acı yumağı olduğunu, kötülüklerin kaynağı olduğunu öğrenmişlerdir. Ve bedene bağlanmazlar. Ama bedenlerine iyi bakmayı da ihmal etmezler. Bu bakımı fizik zevkler duymak için yapmazlar. Çünkü bilgeliğe ulaşmak için bedenleri gereklidir; Drahma'yı yaymak için de gereklidir; daha uzun zaman yaşamak için. (304)

3.  İnsan hiç bir şeye 'benim' diyemez. Geçicidir çünkü. Geçici olarak tarafından kullanılacaktır. Bu yüzden bencil olmamalı ve aptalca kullanmamalı. (328)







XXI
BUDDHA ÜLKESİ KURMAK

1. Aydınlanmış birinin bulunduğu yerde, herkes birbirini tanır. Arkadaş olun ve acı çekmekten kurtulur. (356)

2. Bir araya gelmekle arkadaşlık kurulmaz. Kişiler birbirini tanımalı ve sempati duymalı. (358)

3.  Öğretiyi kabul edenler, küçük gruplar halinde toplanırlar. Bu küçük organizasyonlar daha sonra komünoteler halinde toplanırlar. Ve kendilerini aydınlanmanın büyük okyanusuna bırakırlar. (358)

4. Tam bir organizasyon için öğreti şarttır. Onun sayesinde insanlar birbirlerini tanıyacaklardır. (360)

5.  Kardeşlikte iki tür insan vardır: Öğretenler ve öğretmenin karnını doyuranlar, giydirenler ve böylece onu destekleyenler. (360)

6.  Servet ortak olmalı.

7.  Zihinlerini temizleyecek sessiz yerleri olmalı. (362)

8.  Görüş ayrılığı olmayacak. Ortaya çıkarsa hemen giderilecek. (364)